İran’ın Yemen cinneti
Yemen’de olup bitenleri nasıl nitelerseniz? Dram mı? İnsanlık faciası mı? Bir ulusun sistematik olarak yok edilmesi mi? Mezhep kavgası mı? Ya da daha duygusuz ve gerçekçi bir ifadeyle, İran ile Suudi Arabistan arasındaki vekâlet savaşı mı?
Bunların hepsi doğru. Eksiği var, fazlası yok. Yine de bu ifadeler her gün “İşte Müslümanları görüyorsunuz. Nasıl birbirlerini yiyorlar!” mealindeki başlıkları ve kurumuş bacakları annesinin kucağında bir avuç nesne halini almış vücudundan kameraya doğru sallanan çocuğun resmini anlamamızı sağlamıyor. O çocuğun ve annesinin bu hale gelmek için ne suç işlediklerini, günahlarının ne olduğunu kavramamız için bu ifadelerin hiçbiri yetmiyor.
Ne olacak eğer Arap Yarımadası’nın bir ucundan Akdeniz’e kadar uzanan hilal şekilli coğrafya Şiilerin elinde olsa? Ne olacak buraya Şia Hilali adı verildiğinde?
İran’da halkına yabancı, Batı taklidi Şah Rıza yönetimi sona erdiğinde tanıdığım hiçbir İranlı, “Oh ne güzel…
Şimdi bütün Ortadoğu’ya İslam Devrimi ihraç edeceğiz” diye sevinmedi. Halkına yabancılaşmış bir kraliyet çöktü diye de sevinen bir İranlı olmadığı kanısındayım. Herkesin sevinci, İran’da petrol gelirinin uluslararası sosyeteyi özel uçaklarla İran’daki Bin Bir Gece Masalları’na taşıyan Şah’ın taşkınlık ve savurganlığı bitecek, herkes doktora, ilaca kavuşacak diyeydi.
Şah Rıza, Pers İmparatorluğu’nun 2 bin 500’üncü yıl dönümünü kutlamak için Persepolis’teki tarihi kentin harabesi üzerine bir hayal sarayı inşa edih buraya Avrupa’nın krallarını, kraliçelerini taşıyarak saltanatının altındaki temeli yıktı ise, mollalar da, Yemen’den Lübnan’a, aradaki ülkeleri, Sudan, Bahreyn, Katar, Irak ve Suriye’yi bölüp, parçalayıp, yüz binlerce kişinin ölümüne, milyonlarca kişinin evini yurdunu terk etmesine sebep olan sözde Şia Hilali ile aslında Şia’nın temelini yok etti.
İran’ın bölgede tahakküm kurmasını istemeyen, bunu açık ve seçik bir siyasal hükümranlık savaşı olarak görerek, gereğini yerine getirmekten korkan Suudi Arabistan’ın bu felakette payı yok mu? Elbette var.
Ortaya bir vekâlet savaşı çıkartarak, bölge ülkelerini Şii-Sünni diye ortasından ikiye bölen, kardeşi kardeşe, ülkeleri komşularına düşman eden bu felaketin bir diğer müsebbibi, Suudi Arabistan ve onun güç budalası veliaht prensi Muhammed bin Selman’dır. İran’ın stratejisini basit bir siyasal hegemonya girişimi olarak gören Batı’ya şirin görünmek, Bin Selman için kendisine Batı başkentlerinde sarayların kapısını açacak en kestirme yoldu. Ama bu yol sonunda en büyük ve belki de tek müttefiki Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) halkını da felaket zincirine dâhil etti. Husiler artık Yemen sınırlarını aşarak, savaşı BAE turizmine ve ticaretine zarar verecek boyuta, BAE kentlerine taşıdı. Abu Dabi’nin Husi İHA’larıyla hedef alınarak bombalanması, savaşın vekâlet sınırlarını aşarak, felaketi kuklacılara bulaştırdığını gösteriyor.
Bir kere daha anlıyoruz ki tarihin verebildiği tek ders, insanlığın tarihten asla ders alamadığıdır.