Mesele sahiden çevre mi?
Türkiye maden zengini bir ülke. Bugüne kadar yerin altındaki zenginliği yerin üstüne çıkarmayı başarsak ve o madenleri ham haliyle değil, işleyerek satabilseydik bambaşka bir ülke olabilirdik. Ama beceremedik.
İzin vermediler. Kim bu yönde bir çaba içine girdiyse sözde çevreci hassasiyetlerle önü kesildi.
90’lı yıllarda Boğaz Köprüsü’nde çevreci duyarlılıkla eylem yaptığını düşündüğümüz Bergamalı köylülerin aslında Türkiye’nin altın çıkarmasını istemeyen lobiler tarafından kullanıldığını yıllar sonra bir FETÖ suikastıyla susturulan Necip Hablemitoğlu’nun “Bergama Dosyası ve Alman Vakıfları” adlı kitabı sayesinde öğrenmedik mi?
Düşünün… Jeolojik olarak Türkiye’de yerin altında piyasa değeri 480 milyar dolar olan tonlarca altın var. Ve bu ülke 2000’li yıllara kadar o altını çıkarmak için hiçbir şey yapmamış! Üstelik her yıl yurt dışından 200 ton altın ithal etmiş.
Aynı jeolojik kuşakta yer aldığımız bütün ülkeler altın başta olmak üzere değerli madenlerini çıkarırken, biz öylece durmuşuz. Aklımızın başımıza gelmesi 2000’li yıllarda olmuş. Özellikle 2016’dan sonra yaptığımız atılımla 480 milyar dolarlık altın rezervimizin 382 tonluk (23 milyar dolar) bölümünü nihayet ekonomiye kazandırabilmişiz. 20 sene önce hiç altın üretmeyen bir ülkeyken 2020’de 42 tonluk üretimle Avrupa’nın en çok altın üreten ülkesi haline gelmişiz.
Şimdi soru şu: Böylesine zengin rezervlere sahip bir ülkenin madencilikte uzun yıllar yerinde sayması kimin lehine, kimin aleyhine oldu?
Bütün bunları niye anlattık? Çünkü geçmişten ve yaşananlardan ders almıyoruz. 90’larda Bergama’da altın çıkarılmasını engelleyen lobiler günümüzde de aktif.
Yine ülkenin, milletin menfaatine olacak tüm projelere sözde çevreci hassasiyetle karşı çıkanlar hiç eksik olmuyor.
Sadece madencilikte değil başka alanlarda da sık sık karşımıza çıkıyorlar. Türkiye enerjide arz güvenliğini sağlamak için Saros Körfezi’ne sıvılaştırılmış doğal gazı muhafaza edecek bir FSRU tesisi kuruyor. Hop… Başlıyor çevreci eylemler! Oysa Saros’a kuş uçuşu 70 kilometre uzaklıktaki Dedeağaç’ta Yunanistan AB desteğiyle bizdekinden daha büyük bir FSRU tesisi inşa ediyor. Ama orada tek bir çatlak ses çıkmıyor. Acaba neden? Yoksa Yunanistan’da hiç çevreci yok mu?
Benzer bir tuhaflık şu sıralar Erzincan İliç’teki Çöpler Altın Madeni işletmesinde yaşanıyor. Madende gerçekleşen bir kaza, kamuoyuna “Büyük bir çevre felaketi” gibi sunulmaya çalışılıyor.
Peki, olayın aslı ne? 21 Haziran 2022’de maden sahasında yığın liç alanında bulunan boru hattında bağlantı parçasının ayrılması sebebiyle bir döküntü meydana geliyor. İçinde 8 kilogram siyanür bulunan 20 tona yakın seyreltilmiş siyanür solüsyonu maden alanı içindeki ulaşım yoluna akıyor.
Alan gerekli tüm önlemler alınarak kısa sürede temizleniyor.
Bunu rağmen Çevre ve Şehircilik Bakanlığı son derece doğru bir kararla incelemek üzere bölgeden numuneler alıyor ve tedbir amaçlı sahada üretimi durduruyor. İşletmeci firma kazaya sebebiyet veren boru hattındaki tüm flanş bağlantılarını tek tek kontrol ediyor. Gerekli görülenler değiştiriliyor.
Daha hızlı müdahale için otomasyon sistemini güçlendiriyor. Şiddetli yağış gibi olağan dışı durumlarda yüzeydeki suyu toplamak için 2 bin 100 metreküplük yağmur suyu toplama havuzu inşa ediyor.
Fakat sözde çevreci hassasiyet yine kendisini gösteriveriyor. Siyasetçilerin de devreye girmesiyle altın madeninde üretim engellenmeye çalışılıyor.
Elbette ki kazalar olmasın, çevre korunsun. Gereken tüm önlemler alınsın. Zaten alınıyor da.
Fakat kimse artık çevreci duyarlılık kisvesiyle yerin altında öylece yatan servetin bu milletin cebine girmesine mani olmaya kalkmasın.
Biz bu bayat senaryoyu daha önce defalarca izledik. Filmin sonu bizim için hep hüzünlü bitti. Lobiler kazandı, millet kaybetti.
O yüzden yerin altını üstüne getirmeye devam.
O altın çıkacak. Kazanan lobiler değil bu millet olacak.