Türkiye seçimlerine Batı’nın ilgisi büyük…
2022 yılında dünya gündeminin bir numaralı maddesi Rusya-Ukrayna savaşı ve bu savaşın ortaya çıkardığı küresel yansımalar olmuştur. 2023 yılı için ise gündemin Türkiye odaklı olacağı öngörülmektedir. Amerikan yayın kuruluşu CNN, “2023’te Ortadoğu’da dikkat edilmesi gereken dört şey” başlıklı araştırmasının bir numarasına Türkiye’de yapılacak olan seçimleri yerleştirmiştir. Bu kapsamda, Türkiye’nin yeni bir seçim sathı mailine girdiği şu günlerde Batı ana akım medyada “Erdoğan karşıtlığı” merkezli analizlerde belirgin bir artış gözlemlenmektedir.
‘Dünyanın en önemli seçimi’
2023 yılı başlarında Washington Post’ta (WP) yayınlanan Bobby Ghosh imzalı analizin başlığı bir nevi bu ilginin motivasyonunu açıklamaktadır: “2023’te dünyanın en önemli seçimi Türkiye’de olacak.” Yine aynı gazete Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın deprem felaketini bahane ederek seçimleri erteleyebileceğini iddia ederek ABD Başkanı Joe Biden ve uluslararası kuruluşlara çağrıda bulunmuştur: “Erdoğan’ın depremi Türkiye’deki seçimleri ertelemek için kullanmasına izin vermeyin.” Bununla da yetinilmemiş; gerekirse Türkiye’ye ekonomik yardımların kesilmesi yönünde güçlü bir irade gösterilmesi önerilmiştir. Cumhur ittifakı kanadından seçimin ertelenmesine dair resmi bir açıklama, herhangi bir ima dahi olmamasına rağmen dezenformasyon faaliyetleri yoğun düzeyde devam etmektedir.
Cumhurbaşkanı Erdoğan hakkında daha öncesinde de yine aynı hedef (seçim erteleme) amacıyla “Yunanistan’a savaş açacak”, “Suriye’ye büyük bir operasyon yapacak” şeklinde provokatif haberler servis edilmiştir. Gelinen noktada Cumhurbaşkanı Erdoğan 14 Mayıs 2023 tarihinde seçimlerin gerçekleştirilmesi için karar almış ve bu karar resmî gazetede yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. Bu defa da Millet İttifakı’na yakın bazı araştırmacı ve gazeteciler mevcut şartlarda seçim yapılamayacağını ileri sürmüşlerdir.
Dezenformasyon faaliyetleri
Batı merkezli yapılan analizlerin birçoğunda Ak Parti hükümetinin 14 Mayıs seçimlerinden sonra iktidarı kaybedeceği öngörülmektedir. Aynı öngörüler 2014 yılından sonra yapılan tüm seçimler için yapılmış ancak her seferinde büyük bir yanılgıya düşülmüştür. Bu yüksek sapmanın temelinde, seçmen tavırlarının sosyal medya üzerinden analiz edilmesi gelmektedir. Sosyal medyayı etkin kullanan hesapların çoğunun siyasi görüşlerinin “muhalif” tandanslı olmasının yanında dezenformasyon faaliyetlerinin çok yoğun olması, düşülen yanılgının önde gelen nedenlerindendir. Oxford Üniversitesi’nin yaptığı bir araştırmaya göre “yanıltıcı ve sahte haberlere” en fazla maruz kalan ülke, yüzde 49 gibi yüksek bir oranla Türkiye olmuştur.
Tarafları belli
Diğer yandan siyasi olarak taraflarını açık eden anket şirketleri tarafından servis edilen “araştırmalar” Türkiye hakkında yanlış çıkarımların oluşmasına neden olmaktadır. Örneğin küresel çapta önemli bir haber ajansı olan Reuters, geçtiğimiz günlerde paylaştığı bir haberde CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun 10 puan önde olduğunu gösteren bir anket yayınladı. Kaynak gösterilen anket şirketini incelediğinizde sosyal medya hesabının profilinde “CHP’li” ibaresi görülecektir. Fransız RFI da (Radio France Internationale) Kılıçdaroğlu’nun 14 puan önde olduğunu yazmıştır. Elbette hem Reuters hem de RFI mevcut şartlarda bu kadar büyük bir farkın olmayacağının bilincinde. Ajans yönetim kadrolarının dahi inanmadığı, böylesi haberlerin ön plana çıkarılmasının tek bir sebebi vardır o da seçmen üzerinden belirli bir algı oluşturmaktır. Oysaki bu tarz hamlelerin seçmen nezdinde bir anlam ifade etmediği geçmiş dönemde yapılan seçimlerde açıkça ortaya çıkmıştır. Bir nokta da Kemal Kılıçdaroğlu’nun adaylık sürecinde yaşanan gelişmelerdir.
Açıktan PR faaliyeti
Batılı analistler hatta politikacılar geçmiş dönemlerde Erdoğan karşısında bazı isimlerin önüne sıfatlar ekleyerek açık bir PR faaliyeti yürütmüşlerdir. İYİ Parti Lideri Meral Akşener hakkında “Demir Leydi” (Margaret Thatcher’e atıfla) HDP lideri Selahattin Demirtaş hakkında “Kürt Obama”, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu hakkında da “Birleştirici Siyasi Güç” nitelendirmeleri kullanılmıştır. 2023 seçimlerinde de Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın karşısında Ekrem İmamoğlu’nun yer alabilmesi için yoğun bir strateji yürütülmüştür. Fakat Kılıçdaroğlu’nun adaylığı netleşince ilk tepkiler, Fransız basınında yer alan bir cümle şeklinde olmuştur: “Erdoğan karşısında muhalefetin zayıf umudu: Kemal Kılıçdaroğlu.” CNN ekranlarında sorulan “Erdoğan’ın 20 yıldır sıkıca tuttuğu gücünü kırmayı uman gözlüklü ve biraz yaşlı rakip kim?” sorusu da ayrıca dikkat çekici bir olaydır.
Eleştiriler azaldı
Kılıçdaroğlu’nun adaylığının ilan edilmesinden sonra ilk yapılan eleştirilerden bu yana, gözler görülür şekilde bir azalma müşahede edilmektedir. Fransız medyası daha önce “zayıf aday” olarak nitelediği Kılıçdaroğlu için şimdi, “Türkiye’nin Gandhi’si Erdoğan’a meydan okuyor” manşetini atabilmektedir. Seçilmesi durumunda Kılıçdaroğlu’nun dış politikasının ABD ve AB çizgisine dayanacağı vurgulanmaktadır. Millet İttifakı kaybettiği takdirde ise kuvvetle muhtemel Ekrem İmamoğlu yeniden ve daha güçlü bir şekilde uluslararası medyada gündeme gelecektir. Hatta Meral Akşener’in, masadan önce kalkıp sonra yeniden oturması, 2028 seçimlerine bir hazırlık (İmamoğlu lehine) olarak değerlendirebilir.
Türkiye stratejik konumu, gücü ve etkinliği ile önemli bir NATO müttefiki konumundadır. Ancak beklentiler doğrultusunda Ankara’dan müspet geri dönüşler alınamadığı için son dönemlerde gerçekleştirilen tüm seçimlerin ana motivasyon kaynağı “Erdoğan karşıtlığı” ilkesi üzerine konumlandırılmıştır. Söz konusu beklentiler, özetle şu şekilde sıralanmaktadır:
Türkiye’nin sınırları boyunca, Suriye’nin kuzeyinin PKK/SDG yönetiminde olmasına izin verilmesi
Ege adalarının silahlandırılmasına karşı hamlede bulunulmaması ve Yunan kıta sahanlığının 12 mile çıkarılmasına itiraz edilmemesi
Ege ve Akdeniz’deki sondaj faaliyetlerinin askıya alınması, Libya ile yapılan “Deniz Yetki Alanı” anlaşmasının iptal edilmesi
İsveç ve Finlandiya’nın NATO’ya üyelik taleplerinin koşulsuz olarak onaylanması
S-400 Hava Savunma Sistemlerinin Rusya’ya iade edilmesi
Mültecilerin Avrupa’ya geçişlerine kesinlikle izin verilmemesi
Afrika’daki “Soft Power” (yumuşak güç) stratejisinden vazgeçilmesi ve Avrupa’nın pozisyonlarına saygı gösterilmesi
Avrupa’nın geleceği
Türkiye’de özellikle son 20 yıl içinde gerçekleştirilen genel ve yerel seçimler Batı dünyasının özel ilgisini çekmiştir. Geçmiş dönemde yapılan bir seçim ile alakalı Amerikan dev medya organlarının Avustralyalı ünlü medya patronu Rupert Murdoch’ın “Türkiye seçimleri Avrupa’nın, geleceği, Türkiye, başkanlık gücü ve çok daha fazlası açısından hayati öneme sahip” sözleri söz konusu ilginin izahı açısından dikkat çekicidir. ABD Başkanı Biden’ın başkanlık yarışı öncesinde verdiği demeçte niyetini açıkça beyan ettiğini yeniden hatırlamakta fayda var. “Bence yapmamız gereken ona (Erdoğan’a) karşı farklı bir yaklaşım izlemek. Muhalefetin liderlerini desteklediğimizi açık şekilde belirtmeliyiz. … Ama hâlâ, geçmişte yaptığım gibi, onlarla (muhalefet) doğrudan iletişimde olup, hâlâ var olan unsurlarını destekleyip onları Erdoğan’ı mağlup etmeleri için cesaretlendirebiliriz. Darbe ile değil, darbe ile değil, seçimle.” O günden sonra yaşanılan zaman diliminde Amerikan yönetiminin tavır ve yaklaşımlarının Biden’ın 2020 yılında verdiği sözlerin doğrultusunda cereyan ettiğini anlamak için derin analizler yapmaya gerek yok. Tüm bunlara rağmen, Amerikan CNN’e demeç veren Metropoll Araştırma Şirketi Başkanı Özer Sencar, yapılan kampanyaların ve algıların işe yaramadığını dolaylı olarak dile getirmiştir: “Depremden sonra Erdoğan’ın popülaritesi sadece 1 puan, Kılıçdaroğlu’nun popülaritesi ise 5 puan azaldı. Bütün bu veriler, deprem nedeniyle hükümetin ve Erdoğan’ın kayıplarının telafi edilebilecek düzeyde olduğunu gösteriyor.”
Denge unsuru
Dünyayı önümüzdeki dönemde başta kuraklık, sıcak çatışmalar, ekonomik krizler beklemektedir. Jeostratejik, jeopolitik ve ekostratejik konumu ile oldukça önemli bir ülke olan Türkiye de haliyle bu durumdan etkilenecektir. Bugün Rusya-Ukrayna savaşının küresel çapta minimize edilmesi açısından Ankara’nın yerinde hamleleri taraflı tarafsız her kesimin takdirini kazanmıştır. Oldukça kritik olacak bu yeni dönemde de Türkiye’nin bir denge unsuru olarak istikrarlı bir şekilde yoluna devam etmesi aslında hem Batı’nın hem de bölgenin faydasına olacaktır.