Türkiye’nin AK Parti iktidarı ile geçirdiği paradigma değişimi
İmparatorluk bakiyesi bir milletin kaderi kendisini tarihsel misyonuna çağırır. Söz konusu coğrafyadaki beklentiye karşılık Türkiye’deki zihniyet ve şartlar bu beklentiden hep uzak oldu. 70’li yıllara gelinceye kadar ülke fakruzaruret içinde Afrika ülkelerine benzer bir konumda kaldı. Zira tek parti idaresinin “büyük Türkiye” hayali yoktu.
Balkanlar’da, Afrika’da veya Azerbaycan’da irili ufaklı ev sohbetlerinde Osmanlı Devleti’nin gücünden, ihtişamından, koruyuculuğundan ve adaletinden bahsedilirdi. Oysa Türkiye’nin kaderine hükmedenlerin bu tarakta bezleri yoktu. Çilingir sofralarında “ne muhteşem bir devlet kurduk, cahilleri adam edeceğiz” gibi bir zihniyete sahiptiler.
Dünya ile bağı kopmuş Türkiye’nin tarihsel misyonundan bihaberdiler. Değil mi ki reddi miras yapmışlardı… Ne Türklük ne Müslümanlık ne Selçuklu ne de Osmanlı onların umurunda değildi. Batı kültürünü içe aktarmaktan sorumlu sömürge aydını ve yöneticisi olmak onların tek gayesiydi. Ancak bu fiziksel ve zihinsel perişanlık sadece ülkemize özgü bir durum değildi. Sömürge yıkımından geçmiş bütün ülkeler benzer zorluklar içindeydi.
Soğuk Savaş bittiğinde Türkiye’nin Turgut Özal gibi bir şansı oldu. Devletin bütün geleneksel kalıplarını yırtarak ve ülkeyi askeri rejim ikliminden çıkararak ticaret yapıp zenginleşen dünyaya açık bir Türkiye modellemeye kalkıştı. “Adriyatik’ten Çin Seddi’ne Kadar Türk Dünyası” iddiasını dillendirdi.
Cumhurbaşkanı Özal’ın Türkiye’yi dünyaya açması, tarihimizdeki ikinci Vakayı Hayriye ile sonuçlandı. Siyasetin demokratikleşmesi Cumhuriyet’in kuruluşundan 1970’li yıllara kadar baskı altında tutulan İslamcılık düşüncesinin güçlü bir lider ve çağdaş formuyla tekrar ortaya çıkmasına zemin hazırladı.
Necmettin Erbakan, bu milletin büyük bir millet olduğunu, tarihte eşi görülmemiş başarılara imza attığını, dolayısıyla Batılı devletlerin kuyruğunda köle olamayacağımızı ve bilimin, sanayinin ve teknolojinin Batı’nın tekelinde kalmak zorunda olmadığını, Türkiye’nin ağır sanayi ve yüksek teknoloji ile büyük bir kalkınma gerçekleştirip savunma sanayisini güçlendirebileceğini ve güçlü bir orduya sahip olabileceğini yediden yetmişe herkesin kafasına çivi gibi çaktı. Erbakan’ın İslamcılığı tepkisel mahiyette değildi. Yerli, millî, tarihsel köklerinden ilham alan büyük bir misyona dayanıyordu.
AK Parti’nin yirmi yıllık siyasi iktidarı döneminde ülkemizin geçirdiği altyapı ve kalkınma devrimini başlık başlık anlatmak güç yetirilecek bir iş gibi durmuyor. Bu açıdan kısaca “Türkiye, Almanya düzeyinde gelişmiş bir ülkedir” demek daha doğru bir yaklaşım olur.
Son yılların dünyadaki en önemli seçimlerinden biri bitti: Yalnızca Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan değil, aynı zamanda Türkiye olağanüstü bir saygınlık kazandı. Birkaç ay önce seçim sonrası oluşan bu muhteşem iklim kimsenin aklına gelmezdi. Ortaya çıkan bu yeni durum gösteriyor ki AK Parti siyasetini Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın küresel ölçekte izlediği yüksek siyaset seviyesine taşımak gerekmektedir. Peki bu siyasetin kurucu unsurları nelerdir?