AİLE VE GENÇLERE DAİR
Geçtiğimiz akşam Kemal Kılıçdaroğlu ile yapılan soru cevapları dinlemeye gayret ettim.
Gayret ettim diyorum zira Kılıçdaroğlu’nun sorulan suallere verdiği cevaplar insanların tahammül sınırlarını zorlar nitelikteydi.
Buyurun Kılıçdaroğlu’ndan aklınızı derin dondurucuya atmanıza yol açacak açıklamalar:
Erdoğan ilk turda kaybetti. Erdoğan açısından da büyük bir travma.
Belediye başkanlarının birinci öncelikleri seçildikleri beldeye hizmet etmektir, siz oraları bırakın başka başka işlerle uğraşın. Olmaz.
İki belediye başkanı da Cumhurbaşkanı yardımcısı olarak mitinglere katıldılar mı? Katıldılar. Beraber yaptık mı? Beraber yaptık. Eğer onlar olmasaydı ve kaybetseydik o zaman haklıydınız ama onlar vardı zaten.
Bir iki sandık olan yerlerden düşük oy aldık. Seçimi bu yüzden kaybettik. Bir iki sandık olan yerlerde TRT’yi izliyorlarmış. Bunu bize bağımsız araştırmacılar söyledi.
İl başkanları, ilçe başkanları, örgütler herkes değişecek. Hiç kimsenin kazığı çakacak hâli yok. CHP diğer partiler gibi değildir, duygularıyla değil aklıyla hareket eder. CHP kişi eksenli bir parti değildir, bu partide bir kişinin hegemonyası hâkim değildir.
Kırsaldaki insana ayda 500 lira verdiğinizde zaten köyde harcayacak yeri yok, ekonomik yıkımdan etkilenmiyor o.
Liste uzar gider ama konu artık Kılıçdaroğlu değil.
Kılıçdaroğlu gibi bir siyasi figürün iktidar alternatifi olarak 13 yıldan bu yana Türkiye siyasetinde etkin olabilmesi asıl konuşulması gereken husus.
Bu kadar savrulan, parti içerisinde oluşturduğu tek adam yönetimini kendine bağlı delege yapısı ile tahkim eden, dünyada olana ve bitene dair derli toplu tek bir fikri olmayan böyle bir aday, bu toplumda yüzde 48’in üzerinde oy aldı.
Asıl düşünülmesi gereken nokta tam da burasıdır ve bu noktadan konuyu değerlendirdiğimizde sadece Kılıçdaroğlu değil, Kılıçdaroğlu’na kitlelerin hangi saik ile oy verdiği de dikkatle değerlendirilmelidir.
Düne kadar önüne gelen herkese yargılanacaksınız diye naralar atanlar, sevgili Haşmet Babaoğlu’nun tabiriyle nefretlerini de valizlerine sıkıştırarak çoktan Çeşme’nin ve Bodrum’un yolunu tuttu bile.
Şimdi steril yazlıklarında sabah yüzmesi sonrasında ‘sandığa giderken beyninizi yanınıza almayı unutmayın’ diyen manşetler eşliğinde kahvaltılarını yapıp, halkın nasıl cahil ve bidon kafalı olduğunu masalarına meze yaparak her akşam kendilerinden geçiyorlar.
Toplum ikna edilmeli
Eğer bize çizilen alanın dışında da siyaset yapmak istiyorsak, bize ödetmek isteyecekleri faturayı da millete izah etmek ve milleti ikna etmek elzemdir.
Çünkü burada çıkarılan fatura genellikle iktidara destek çıkan kitlelere ödetilen cinsten oluyor.
Ne yapmalı?
Önümüzdeki beş yıl içerisinde aile yapısını güçlendirmenin ve gençlere yönelik kapsamlı programlar ortaya koymanın ülkenin gündemindeki her şeyden ama her şeyden daha önemli olduğunu düşünüyorum.
Bu iş, belediyeler ve bakanlıklar üzerinden vasatın altında organizasyonlar düzenlemeye alışmış kafalara bırakılmaması gereken bir nokta.
İşte yine yaz mevsimi ile birlikte siyasi parti farkı olmaksızın birçok belediye çalgı ve çengi işine milyonlarca lira harcamaya, birilerini beslemeye ve derinlikten yoksun etkinlikler ile kitlelerini tahkim etmeye başladılar bile.
Refah düzeyi ayrı hazcılık ayrı
Toplumun refah seviyesini yükseltecek adımlardan zerre şaşılmaması gerekir. Bu tartışılmaz bir hakikat lakin gençlere sürekli hazcılık pompalanan ortamlar ile rekabetçi bir tarzda mücadele edilmeli.
Rekabetçi dememin sebebi, her şeyi yasaklayarak değil, değerler sistemini inşa ederek verilecek mücadelenin gerçek bir mücadele yöntemi olduğuna inandığım için bunu söylüyorum.
Gördüğüm manzara
Kahir ekseriyet yazılarımı İstanbul ya da Ankara’daki kafelerde yazıyorum. Kimsenin olmadığı ortamlar beni gözlem yapmaktan menettiğinden, gözlem yapabileceğim mekânlar her daim tercihimdir.
Bu esnada kafelerde gencecik beyinlerimizin saatlerce yerlerinden dahi kıpırdamaksızın vakit tüketmelerine şahit olmak, üzülmemiz gereken bir durumun da ötesinde.
Kaldı ki son zamanlarda yaşamımıza giren bu türden kafeler, okuyup yazmak isteyenler açısından olağanüstü sıcak bir ortam da sunmasına rağmen, içeride bir şeyler okuyup yazan gençlerimizin sayısı yok denecek kadar az.
Millet kütüphaneleri ise bu anlamda çok büyük bir boşluğu dolduruyor. Gittiğim birçok şehirde bu mekânlara yaptığım ziyaretlerde ortaya konulan bu büyük hizmetin nasıl bir boşluk doldurduğuna şahitlik ediyorum.
Büyük bedeller ödeyerek bir noktaya getirdiğimiz altyapı ve üstyapı hizmetleri, insanımızı yetiştirmeye hizmet etmeyecekse hepsinin bir mirasyedi tarafından hunharca elden çıkarılmasına şahitlik etmek en büyük kederimiz olur.
Dün akşam Kemal Kılıçdaroğlu’nu dinlerken tam da bunları hissettim.