Facia geliyorum diyordu ama Yunanistan dinlemiyordu
Sığınma ile insan kaçakçılığını birbirinden ayırt etmek gerekir. Bir insanın ülkesinde can güvenliği kalmadı ise o kişinin başka bir ülkeye sığınma hakkı vardır; ama ülkesinde iş bulamayan, çalışmasına karşılık tatmin edici bir ücret alamayan kişilerin başka ülkelere iltica etme hakkı yoktur. Birinci grubun haklarını, Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi çerçevesinde, BM Mülteciler Dairesi düzenler ve korur; ikinci grup, adı üstünde, insan kaçakçılığının konusudur ve doğrudan ülkelerin kolluk kuvvetleri ve uluslararası güvenlik kurumlarının alanına girer.
Mültecilerin, sığınmacıların ve hayatlarından veya özgürlüklerinden endişe duyan kişilerin sahip olduğu önemli hak, sığınmak istedikleri ülke tarafından kabul edilme ve hiçbir şekilde geldikleri ülkeye veya zarar görme ihtimali olan başka bir ülkeye gönderilmeme hakkıdır. Bu hakkın önemini, bize en iyi, tepelerine kendi cumhurbaşkanları Beşar Esat tarafından bomba yağdırılırken, Türkiye’ye sığınan 4 milyon Suriyeli anlatabilir.
Afganistan’da Taliban, Libya’da Hafter gibi facialar, Afrika’nın birçok ülkesinde benzeri siyasal çatışmalar, sosyal anlaşmazlıklar ve daha çok yönetimi ele geçiren beceriksiz elitlerin yol açtığı ekonomik çöküntüler ise, 21’inci yüzyılı ekonomik sebeplerle ortaya çıkan insan kaçakçılığı çağı olarak başlattı. Ne Taliban ne Hafter ne de mesela Boko Haram’ın sebep olduğu ekonomik çöküntü, Afganlara, Libyalılara, Çadlılara, Nijeryalılara, Kamerunlulara, Malililere başka bir ülkeye sığınma hakkı kazandırmıyor.
Kazandırmıyor ama ortada da bir realite var: Bu ülkelerin insanları, bütün varlıklarını paraya döndürüp, 5 bin, 10 bin Euro vererek, Kuzey Afrika sahillerinden karşıya geçen uyduruk bir tekne ile güya refaha, güya güvenli bir geleceğe kavuşmak için hayatlarını tehlikeye atıyorlar. Onlar kendi hayatlarını hiçe sayıyor, bırakın koca Akdeniz’i geçmeyi, İstanbul veya Çanakkale boğazını bile geçemeyecek bir tekne ile ekmeğin peşine düşüyorlar diye, sırası geldiğinde dünyaya insan hakları dersi vermeye kalkan, Yunanistan, İtalya, İspanya, Fransa’nın bu insanları ölüme itme, kaderleriyle baş başa bırakma hakkı yoktur.
Şurada, çok değil, 100 yıl önce birbirlerinin gözünü oyan bu sözüm-ona “uygar” Avrupalıların son marifeti (eğer doğru ise) gerçekten geçen bu yüz yılın onların uygarlık yolunda bir arpa boyu yol gitmediklerini gösteriyor.
Birleşmiş Milletler Mülteciler (BM) Yüksek Komiserliği Akdeniz Özel Temsilcisi Vincent Cochetel, Yunanistan’ın (bizim tarihimizde Navarin Kalesi olarak geçen) Pilos açıklarındaki facianın bir kaza değil, Avrupa Birliği’nin sağladığı fonlarla işleyen Frontex isimli yarı-özerk AB ajansının kasti batırma faaliyeti olabileceğini söylüyor.
Eğer doğru ise bu Frontext’in ilk marifeti de değil. Mitsotakis’in, Avrupa Birliği (AB) Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen ile kimi zaman açık kimi zaman gizli iş birliği ile dört yıldır kurup kolladığı özel kara ve deniz polisi, daha önce de çok sayıda kaçak ve sığınmacıları Akdeniz ve Ege’nin sularında katlettiler. Bu sebeple Frontex’te, Brüksel’de ve Atina’da göstermelik istifalar oldu.
Navarin açıklarındaki facia, Von Leyen ve Mitsotakis’in ellerindeki kanı arttırmış oldu.