Onlar müttefikse, biz neyiz?
Henüz adı Avrupa Ekonomik Topluluğu (AET) iken Avrupa Birliği ile ülkemiz bir “ortaklık anlaşması” imzaladı. Ankara Anlaşması denen 1973 tarihli bu belgeyi, o sırada dışişleri muhabiri olarak çalıştığım (CHP tarafından yayımlanan) Ulus gazetesinde birkaç gün süren bir yazı dizisinde ayrıntılı irdelemiştim. Editörler, yazıyı benim başlık taslağımla kullanmışlardı: Onlar Ortak, Biz Pazar.
AB’nin o zamanki kısa adı “Ortak Pazar” idi. Benim yazı dizisi, muhtemelen içeriğinden çok, başlığıyla ilgi çekmişti. Bu öyle bir ortaklık anlaşması idi ki Türkiye, kurulmakta olan Avrupa Ekonomik Topluluğu’nun eşit üyesi değil, adeta müstemlekesi, Avrupa mallarının vergisiz girip, satıldığı bir “Pazar” oluyordu.
O tarihte CHP genel sekreteri olan ve parti içinde değişmez lider İsmet İnönü’ye karşı bir değişim savaşı başlatmış bulunan rahmetli Bülent Ecevit, bu başlığı benimsemiş ve AET ile mütekabiliyetten uzak böyle bir ortaklığa karşı kampanya başlatmıştı. Nitekim bu mücadele sonunda 1980’de imzalanan yeni AET-Türkiye Ortaklık Konseyi anlaşması bugün de yürürlükte olan Gümrük Birliği ortaklığını tesis etmişti.
Aradan yıllar ve köprülerin altından sular değil deryalar geçmiş, Türkiye özellikle son 20 yıldaki edinimleri ve kazanımlarıyla bambaşka bir ülke olmuş; Mavi Vatan’dan tutun, NATO’nun genişlemesi gibi hayati konularda bile ABD ve onun dümen suyundaki Avrupalılardan farklı tutumlar takınabilen bir ülke olduğunu ortaya koymuş… Şimdi Avrupa Kuvvetleri Yüksek Komutanı unvanlı Amerikalı bir general çıkıyor ve Türkiye’ye adeta müstemleke muamelesi yapabileceği kanısıyla mektuplar yazıyor.
Org. Christopher Cavoli, bu göreve gelmeden önce ABD’nin Afrika kuvvetleri komutanı idi; daha önce de Körfez Savaşı’nda ve Afganistan’da, ABD işgal kuvvetlerinde görev yapmıştı. Cavoli, Türkiye’nin NATO’nun genişleme planlarına, görev alanını Akdeniz’in ve Karadeniz’in doğusuna yayma planları konusundaki hassasiyetlerini sanki hiç duymamış gibi, “Zımni Kabul Süresi” denilen bir yönteme başvurarak, terim-deyim, adlandırma hassasiyetlerini dikkate almadan, adeta dayatmalar yapılabileceğini sandı.
Litvanya’nın başkenti Vilnius’ta 11 Temmuz’daki NATO Zirvesi’nde, ABD ve AB’li ortakları, Finlandiya ile İsveç’i üye olarak kabul edecekler, ittifakın “operasyonel alanını” Kıbrıs’ı da içine alacak şekilde büyütüp NATO gemilerinin Karadeniz’i bir NATO gölü haline getirmelerine imkân veren yeni bir Boğazlar protokolü uygulayacaklardı. Bu konular müttefikler arasında öylesine kabul görmüştü ki üzerinde konuşma bile gerekmezdi; “zımni bir kabul mektubu” yeterli olurdu.
NATO’nun 75 yıllık tarihinde yaptığı en büyük ve en uzun tatbikata Türkiye’nin neden sadece üç uçak ve 50 personelle katıldığını düşünmesi gereken müttefiklerimiz, şimdi de bu “zımni kabul” için, İstanbul ve Çanakkale Boğazlarına 1936’da imzaladığımız Montrö Sözleşmesi’ndeki adıyla “Boğazlar Rejimi” diyebileceğini düşünüyorlar. 1974’ten beri fiilen sona ermiş Kıbrıs Cumhuriyeti’ni, NATO’nun yeni operasyonel alanı ilan edebileceklerini sanıyorlar.
İngilizce, “Wake up and smell the coffee” diye, dilimizde “Uyan da balığa çıkalım” şeklinde karşılanabilecek bir söz vardır.
Müttefiklerimiz Türkiye’nin hassasiyetlerini öğrenmek zorundalar. Eğer Karadeniz ve Akdeniz NATO’nun yeni arka bahçesi olacak ise, önce “Türkiye ne der?” diye soracaklar; zımni dayatmaların devri çoktan geçti, komutan!