Muhafazakâr camianın şapka devrimi ne zaman başlayacak?
Bu yazıya çarpıcı bir başlık atmak istedim. Zira bugün gelinen noktada muhafazakârların, dindarların ve milliyetçilerin şapkayı başlarının önüne koyup düşünme vakitlerinin geldiği kanaatindeyim.
Osmanlı Devleti’nin son döneminde siyasi, bürokratik ve entelektüel seçkinler için hayati tartışma başlıkları vardı. Batı Avrupa devletleri hızla modernleşmiş, Osmanlı Devleti bu modernleşme hareketinin hayli gerisinde kalmıştı.
Bu geri kalmışlığa çare arayan Osmanlı Devleti yöneticileri, öncelikli olarak askeri alanda tedbirler almış, Tanzimat Fermanı ile birlikte devleti modernleştirmeye yönelik tedbirler askeri alandan idari alana doğru kaymaya başlamıştı.
19. yüzyılın sonuna yaklaşıldığında devletin gelecekteki yönetim şekli ile alakalı fikirler radikalleşmeye başladı. Cumhuriyet’in ilanından önce Osmanlı Devleti’nin modernleşmesi açısından iki temel fikir belirgin bir şekilde ortaya çıktı. Birinci fikir, Fransız ve İngiliz deneyimlerini takip ederek hem devlet idaresinin hem de toplum yapısının tepeden tırnağa dönüştürülmesine dayanıyordu.
En açık şekilde Said Halim Paşa’nın yaklaşımında karşılığını bulan ikinci fikir ise Osmanlı Devleti’nin esas noksanlığının devlet idaresinde olduğunu, bürokratik yapının terbiye edilip ataletten kurtarılması devlet yönetiminde dirlik ve düzenin doğru işletilmesi durumunda ülkenin geleceğinin kendi değerlerimiz, üzerine inşa edilebileceğini savunuyordu.
Ancak Cumhuriyet Halk Partisi’nin tek parti iktidarı sona erdiğinde Türkiye’nin kendine has kültürel değerleri ve tarihsel birikimi aşağılanmış, baskılanmış durumdaydı. Türkiye, bağımsızlığını savaşarak kazanmış olmasına rağmen sömürgeci ülkelerin müstemleke ülkelerde uyguladığı kültür politikaları ülkenin her köşesini kuşatmıştı.
AK Parti’nin siyasi iktidarı sayesinde Türkiye, son yirmi yıldır kendi değerleri, kültürü ve tarihi ile var olma ve gelişme stratejisini takip etmektedir. Elbette bu tam bağımsızlık stratejisi çeşitli meydan okumalarla karşılaştı. Hem dışarıdaki Türkiye karşıtları veya Türkiye’nin büyüyüp güçlenmesinden rahatsız olan çevreler hem de içeride bunlara destek olan müstemleke ruhlu siyasi seçkinler ve aydınlar, Türkiye’nin bağımsızlık yolunda kararlı adımlarla ilerlemesinden rahatsız oldu.
2023 seçimleri sırasında terör örgütlerinin, küresel medya kuruluşlarının ve muhalefet içindeki Jakoben unsurların muhafazakârlara, dindarlara ve milliyetçilere karşı ne denli öfke, kin ve nefret biriktirdikleri ortaya çıktı.
Böylesi zorlu bir ortamda Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, her zamanki gibi inisiyatif alıp hem kendi ittifakını güçlendirmeyi hem de rakip ittifakı yenmeyi başardı.
İşte her birimizin şapkamızı önümüze koyup düşüneceğimiz konu budur. Selçuklu ve Osmanlı imparatorlukları başta olmak üzere Türklerin tüm tarihinde büyük liderlerin oynadığı merkezî rolü görerek şimdi hayati bir gerçekle yüzleşmemizin zamanı gelmiştir.
Cumhurbaşkanı Erdoğan bir sonraki Cumhurbaşkanlığı seçimlerine katılmayacak. Muhafazakâr camianın başında tarihteki kahramanlar gibi sahneye çıkıp rakiplerini yenen ve gemiyi karaya güvenle çıkaran bir kaptan olmayacak.
Bu yazı, bu gerçeklikle yüzleşmek ve Cumhurbaşkanı Erdoğan sonrası Türkiye’yi tasarlamak açısından yürütülecek tartışmalar için bir başlangıç adımı olarak alınmalıdır. Said Halim Paşa’nın, Adnan Menderes’in, Turgut Özal’ın, Necmettin Erbakan’ın, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yolundan gidenlerin, yani “Büyük Türkiye” hayalini kuranların fert, aile, sivil toplum, ekonomi ve siyaset gibi tüm alanlarda bir kurumsallaşma sürecini başlatması artık zorunlu hâle gelmiştir.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın siyasi liderliği, devletin kurumsallaşmasını, Türkiye’nin büyümesini, altyapı yatırımlarının tamamlanmasını sağlamış, Türkiye’yi tüm büyük devletlerle göz hizasında konuşacak seviyeye çıkarmıştır.
Bu muazzam başarı milliyetçi, muhafazakâr, dindar camia içinde bir atalet yaratmış, bu başarının gölgesine sığınma hissiyatı oluşturmuştur.
Önümüzdeki beş yıllık süre içerisinde bu konunun enine boyuna tartışılması gerekir. Okurların bu yazıyı bir uyarı olarak ele almasını ümit ediyorum. Bundan sonra siyasi, ekonomik ve kültürel süreçler ile Türkiye’nin gelecek vizyonu hakkındaki farklı başlıkların teker teker yeniden tartışmaya açılması gerekir.
Bir gün bir Cerrâhî Tekkesi’nde Ramazan ayı yaklaşır ama aşure yapacak para ve malzeme yoktur. Şeyh efendi bastonunu alıp en yaşlı şeyhin kabrinin başına gider, bastonuyla mezara dokunur ve şöyle der: “Efendi, efendi! Durum ciddi. Muharrem ayı geldi ama bizim aşure yapacak paramız yoktur.”
Bizim şu anki durumumuz Cerrâhî Tekkesi’nin durumuna fazlasıyla benzemektedir.
Şapkayı başımızın önüne koyup düşünme vakti.