İYİ Parti rotasını belirlemekte zorlanıyor
Cumhurbaşkanlığı seçimi bittikten sonra muhalefet partilerinin seçimi kaybetmesi durumunda öncelikle kendi içlerinde, daha sonra da Millet İttifakı bileşenleri olarak birbirleriyle bir ihtilaf sürecine gireceğini hep söyledik. Nitekim süreç tam da tahmin ettiğimiz gibi gerçekleşti. Cumhurbaşkanlığı seçimini kaybeden muhalefet ittifakı içinde ciddi çatlakların oluştuğu aşikâr.
Bugün gelinen noktada Cumhuriyet Halk Partisi’nin (CHP) seçim yenilgisinde kendisiyle baş başa kaldığı görülüyor. CHP, seçim travmasını en ağır şekilde yaşamaya devam ediyor. Parti yöneticileri, Millet İttifakı’nın diğer partileri gibi kendilerini seçimdeki başarısızlıktan ayırdılar ve yenilginin bütün faturasını CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun omuzlarına yıkmaya çalıştılar.
Bu sırada Millet İttifakı’nın yakın dönemlerde kurulmuş partileri ile Saadet Partisi derin bir sessizliğe gömüldü. Bu partiler, CHP ile yaptıkları ittifak karşılığında aldıkları cömert vekil sayısı ile kaybettikleri seçmen tabanı arasındaki ikileme sıkışmış durumdalar. Bu nedenle bundan sonra ne yapacaklarına dair bir arayış içerisindeler.
Muhalefet partileri içinde durumu en zor olan kendisi için yeni bir rota belirlemeye çabalayan İYİ Parti’dir. Milliyetçi Hareket Parti’sinden ayrılanlardan oluşan İYİ Parti’nin, kurucu kadronun ağır topları bugün partiden ayrılmış olsalar da, milliyetçi kimliğinden uzaklaşma şansı bulunmuyor.
İYİ Parti, kurulduğu günden bu yana kendisine siyasi bir rota belirlemekte ciddi sancılar yaşıyor. Esas olarak bu parti Atatürkçü bir parti mi olacak, milliyetçi bir parti mi olacak, yoksa bunları tek bir potada eriten bir parti mi olacak? Bu konuda İYİ Parti’deki kafa karışıklığı devam ediyor.
Bu bağlamda İYİ Parti’nin karşı karşıya kaldığı en önemli sorun, kurulduğu günden beri CHP’nin kanatları altında olan bir parti görüntüsü vermesidir. CHP’nin politikaları, Gustave Le Bon’un terminolojisiyle söylersek, “bulaşıcı”dır. İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener’in ittifak masasını terk edip yapılan baskılar sonucu masaya geri döndüğü dönemde olduğu gibi CHP’nin siyasi cephaneliğinde psikolojik baskıdan siyasi tehditlere kadar her türden şedit aracın bulunduğu görüldü. İYİ Parti, bu durumu bizzat yaşayarak öğrendi.
Altılı masanın kurulması, İYİ Parti, Saadet Partisi ve diğer yeni kurulmuş partilerin CHP’nin dayattığı siyasi sürece teslim olmasına yol açarken özgün politikalar geliştirmesine de engel oldu. Her partinin masaya otururken hatırı sayılır bir oy potansiyeli vardı, fakat muhalefet ittifakının politika üretmekteki başarısızlığı, başta İYİ Parti olma üzere muhalefetin bütün partilerine oy kaybettirdi.
İYİ Parti’nin son günlerdeki siyasi tutumunu iki olgu üzerinden değerlendirebiliriz. Birinci olgu, İYİ Parti’nin seçimden sonra düzenlediği genel kongresidir. Bu kongrede Akşener’in yaptığı konuşmayı baştan sona titizlikle takip ettim. Bu konuşmada Akşener, İYİ Parti’nin Türkiye’nin dış ve iç politikadaki gelecek vizyonu üzerine tek bir cümle dahi sarf etmedi.
İkinci konu, İYİ Parti’nin Afyon toplantısıdır. Bu toplantı öncesinde kamuoyunda ciddi beklentiler oluşmuştu: Acaba İYİ Parti kendi müstakil yolunu mu seçecek, kendi siyasetini mi belirleyecek, Türkiye sosyolojisinde ve siyasetinde neye karşılık geldiğini mi açıklayacak türden sorular kulaktan kulağa aktarılıyordu. Oysa toplantı bittiğinde herkes şaşkınlıkla karışık bir hayal kırıklığı yaşadı. Toplantıdan hiçbir yeni siyasi söylemin çıkmadığı görülünce İYİ Parti cephesinde değişen bir şey olmadığına kanaat getirdik.
İYİ Parti’nin belki de en başta söyleyeceği tek bir şey vardı: “Biz seçimlere İYİ Parti olarak gireceğiz ve Millet İttifakı ile yollarımızı ayırdık.” İYİ Partili yöneticiler, özellikle Kılıçdaroğlu’na karşı ağız dolusu laflar ettiler. Duygusal tonu ağır basan büyük eleştirilerde bulundular. Bu yenilginin suçunu tek başına CHP’ye ve CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu’na yüklediler. Böylece kendilerini yenilginin yarattığı travmadan uzak tutmaya çalıştılar.
Bu sırada Meral Hanım’ın yaptığı açıklamalardaki en can alıcı nokta şuydu: Akşener, CHP ile ilgili eleştirilerinde âdeta mangalda kül bırakmazken Ekrem İmamoğlu ve Mansur Yavaş’a dönük korumacı tutumunu sürdürdü. Nitekim Kılıçdaroğlu’na karşı yürütülen kampanyanın bir tarafı da Akşener gibi duruyor.
Görünen o ki Akşener, şartlar ne olursa olsun, İstanbul Büyükşehir Belediyesi ile Ankara Büyükşehir Belediyesi’nin siyasi ikliminden kopmak istemiyor. Nasıl ki İBB’yi CHP kazanmışken İmamoğlu ve İYİ Parti yönetiyor, Ankara’nın yerel yönetiminde de İYİ Partili ekipler hâkim olmaya devam ediyor. Diğer bir ifadeyle İYİ Parti, bu süreçlerin bir parçası olmaya devam etmek istiyor.
Kanımca İYİ Parti de dahil olmak üzere tüm muhalefet partileri, Türkiye’nin geleceğine dair somut bir siyasi vizyon geliştirmek yerine CHP’nin konseptini oluşturduğu Erdoğan karşılığı üzerinden siyaset yapmaya devam ediyorlar. Elbette bu da muhalefetin siyasi fukaralığının temelini meydana getiriyor.
Diğer bir ifadeyle muhalefet partilerinin tek başına Erdoğan karşıtlığı üzerinden siyaset yapmaları, muhalefeti siyasetsiz ve içeriksiz hâle getirdi. Belki de bugün muhalefet ittifakı içinde yaşanan partiler arası ve parti içi travmaların ana sebebi budur. Muhtemelen Türkiye’de muhalefetin siyaset üretmesi için daha çok zaman bekleyeceğiz.