Ateşkes bitince ne olacak?
(Barcelona) – Bir uluslararası konferans dolayısıyla birkaç gündür İspanya’nın Barcelona kentinde, ağzınızdan Türkiye kelimesi çıktığı anda muhatabınızın ağzından “Arda Turan” kelimelerinin dökülmesinin yanı sıra, İsrail ve Hamas konularının açıldığına tanık oluyorsunuz. Türkiye’nin, Filistin soykırımı konusunda, sadece bölge ülkelerine değil aynı zamanda Avrupa kamuoyları nezdinde de sorunun, sıradan bir “direnişçi-merkezi hükumet çatışması olmadığı, düzenli bir ordunun hür türlü insan ve savaş hukukunu, terörle mücadele ahlakını yerle bir eden bir devlet terörü olduğu gerçeğinin ortaya konulmasını sağladığını görüyorsunuz.
Konferansa sadece İspanya’dan değil, hemen hemen bütün Avrupa ülkelerinden çeşitli akademik veya uygulama kariyerlerine mensup kişiler katılıyordu. Kişinin kendi çevresiyle yaptığı görüşmeler ve fikir alışverişlerine dayanarak yaptığı genellemeler, araştırmacılara göre insanın yapabileceği en hatalı araştırma türü olur… Doğrudur, sizin temas ettiğiniz kişilerin, çevrenizde bulunması bile başlı başına bir önyargı oluşturuyor olabilir. Ne var ki şu kısa birkaç gün içinde “Erdoğan” ve “Türkiye” terimlerinin yer aldığı öyle ifadelere tanık olduk ki, Türkiye’nin İsrail’in herhangi bir hakkın-hukukun değil sadece gözü kara bir devlet terörünün temsilcisi olduğu fikrinin vicdanlarda yer ettiğini anlamamak imkansızdı. Her temasınızda, bir iki hükumet yetkilisinin ABD baskısıyla ede durduğu basma kalıp, “Ama 7 Eylül baskınının etkileri…” diye başlayıp devam eden kanaatlerin değil, ancak halklara mal olduğunu kolaylıkla ifade edebileceğimiz Filistin halkının uzun vadeli çıkarlarını gözeten bir kamuoyu baskısının tayin edici nitelik kazandığını görüyorsunuz.
“İsrail” derken, temas edebildiğimiz bir çok Avrupalı aydının, İsrail halkının çıkarları ile Netanyahu ve onu iktidarda tutan (yakın zamana kadar ABD ve tüm AB ülkelerinin terörist diye nitelediği Kahanist oluşumun içinde yer alan) Otzma Yehudit (Yahudi Gücü) partisinin lideri Ben-Gvir’in siyasal düzenbazlığını karıştırmamak gerektiğini ifade ettiğini gözlemliyorsunuz. Netanyahu’nun zimmet ve haksız menfaat davalarından, mutlak bir hapis cezasından yakasını sıyırabilmesi ancak Siyonist ırkçılığa taviz vererek, altında kendisinden önceki bütün İsrail ve başbakanlarının imzası olan, Filistinlilerin devlet hakkını tanıyan uluslararası anlaşmaları çiğneyerek, Filistin devleti fikrini (Batı Şeria’daki gibi) bir iki “özerk bölge” fikrine indirgemeyi kabul etmesiyle mümkündür.
Türkiye’nin ifade imkanı bulabildiği her platformda Filistin’in ülkesi ve milletiyle, somut ve gerçek bir devlet olarak var olması fikri, sıradan bir talep değil çok kısa zamanda, çok daha kuvvetle savunulması gereken bir tez olacaktır. Görüştüğümüz birçok İspanyol aydın, Netanyahu’nun sadece içerideki “rehineleri kurtarmak için işe yarayacak bir yol izlenmesi baskısı” nedeniyle geçici ateşkese razı olduğunu söylüyor. Bu göstermelik ateşkesin dahi Ben-Gvir’i kızdırmaya yettiğini ifade eden akademisyenler, ilave 10 rehinenin salıverilmesi karşılığında ateşkesi birer günlük uzatma önerisinin, Netanyahu-Ben Gvir ikilsinin Filistin konusundaki nihai kararlarını değiştirmeyeceği görüşünde.
Bu, ateşkesin görece rehaveti yerine “Filistin davasının” çok daha güçlü savunulması gerektiği anlamına geliyor.