Erdoğan’ı erken finale zorlamak: 2015
Bir araştırma şirketinin temsilcisi olarak 2010’lu yıllarda AK Parti Genel Merkezi ile çalışmaya başlayınca fazla zaman geçmeden bir şey fark ettim. O dönemlerde araştırma firmaları sistemin içindeydi. Kritik bütün süreçlerle ilgili toplantıların parçası idiler. Bir gün siyasetçi bir dostuma, partide uzun yıllar Ar-Ge işlerini yönetmiş bir Genel Başkan Yardımcısının, Genel Merkez kadroları üzerinden doz aşımı bir etkisinin olduğundan bahsettim. O da bana “Kısa zaman içerisinde bu etkiyi nasıl fark ettin? Ömrü burada geçen siyasiler var, çoğu bu tür konuları düşünmez” demişti.
Ahmet Davutoğlu Başbakan olmuş. 2015’teki 7 Haziran seçimlerine hazırlık için Afyon’da AK Parti kampı yapıldı. Strateji grubu da aynı mekânda toplanmıştı. Toplantı çok garip bir havada başladı. Altı ay önce Erdoğan’ın yanında olan kim varsa toplu halde saf değiştirmişti. Bizler geleneğin içinden geldiğimiz için, AK Parti kurulmadan önce de misyon adamıydık. Bütün serüvenini Erdoğan’a borçlu olan bütün kadronun saf değiştirmesini anlamaya çalışıyordum.
Grubun en yaşlı üyesi “Bu milletin başına gelen bütün belalar karizmatik liderlerden geldi” dedi. Bir başka üye Erdoğan’a olan sadakatinden değil de konuşana gıcık olduğu için karşı bir eleştiri getirdi.
Hayatımda hiç saygı duymayacağım, o dönem sisteme iliştirilmiş kişiliksiz bir adam şu cümleleri kurdu: “Bu adam sahaya çıkacak mı? Bu adam bize oy kaybettiriyor!”
Suyun derinliğini deliye yoklatırlarmış. Bu konuda kurguyu yapanlar, böyle riskli laflar etmiyorlardı. Konuşan kişiye karşı ben agresif tavırlar sergileyince rahmetli Erol Olçok koşup yanıma geldi. İki elini benim ve yanımdaki kişinin üzerine koydu “Arkadaşlar rahat olun, herkes eteğindeki taşı döksün” dedi. Ben de “Burada üç dört kişi hariç herkes eteğindeki taşı dökmüş” dedim. Sonra yanımdaki arkadaşa dönerek “Bu kadro hem padişahtan hem de meşrutiyetten kazanmak istiyor” dediğimi hatırlıyorum. Mithat Cemal Kuntay’ın ‘Üç İstanbul’ romanına atıf yaptım.
Toplantı arasında ayaküstü sohbet ederken, ben siyasal anlamda arkadaşların nasıl saf değiştirdiğini anlayamadığımı söyledim. Belki de anlamakta zorlandığımız mesele şuydu: Hayata, misyon ve dava öncelikli baktığımız için parti içerisinde Başbakan’ın Davutoğlu olmasının insanları rotasından bu kadar keskin bir şekilde saptıracağını hâlâ aklım almaz.
Önce rahmetli Erbakan bu milletin mazlum Müslümanlarına önderlik etti. Biz de inandık, davasının bir parçası olduk. Bugün Erdoğan bütün dünya mazlumlarının lideridir. Aynı dava saikiyle bir Afrikalı mazlumun Erdoğan’dan hangi konularda umudu varsa, aynı yerde durmayı hayat felsefesi olarak benimsediğimden bu yeni nesil iktidar tutkunu adamları anlamakta zorlanmıştım.
“Partinin Genel Başkanı ve Başbakanı var, bizi rahat bıraksınlar” cümleleri rahat bir şekilde kurulmaya başlamıştı. “Bu yarım doktoralı siyaset fakiri danışmanlar ve araştırmacılar Davutoğlu’nun başını yakacaklar” diye dillendirdim. Mehmet Barlas’ın anlattığı bir fıkra vardı. Ecevit ve Mesut Yılmaz, Bakanlar Kurulunu toplayamıyordu. O dönem anlatmıştı, “Mesut Yılmaz hiç centilmen değil’’ diye arkadaşlara hikâyeyi anlattım. “Her ne kadar on yıldır bu partinin içinde olsanız da siyaset sizin anladığınız bir mesele değil” dedim. Liderin kim olduğuna millet karar verir, bu masadaki on beş kişilik eksik danışman bu milletin kaderi ile oynayamaz.
Erdoğan’ın sahaya inmesi tartışıldığında bizim tezlerimiz daha rasyonel ve kabul gören tezler oldu. Sanki masadakiler karar verecekmiş gibi. Seçim bitti, yenilgi ortada. O ay araştırma sırası GENAR’da idi. Siyasette fazlaca nüfuz kullanan bir abi “Bu kritik araştırma GENAR’a verilmez” dedi ve kendi talebesi olan iki araştırma firmasına emanet etti.
Bir soru soruyorlar: “Erdoğan sahaya çıktığı için AK Parti oy kaybetti mi?” O gün muhalefetin oyu yüzde 60’larda idi. Cevabın ne olacağını siz düşünün.
Cumhurbaşkanlığına sunulan bu araştırma apar topar MKYK’ya taşınıyor. Aradan bir hafta geçmeden biz bir araştırma yaptık. Soru şu şekilde idi: “AK Parti neden oy kaybetti?” Onlarca başlıktan Erdoğan’ın sahaya çıkması en son sıralarda birkaç puanla akla gelmişti.
CHP ile koalisyon yapmak için çok büyük bir gayret vardı. Onun da amacı bu işbirliği ile Erdoğan’ı erken finale zorlamaktı. Bu kutsal amaçtan ne Batıdakiler ne muhalefet ne de zinde güçler vazgeçti. AK Parti siyaset üretti, toplumun taleplerini güçlü liderlik ve siyaset maharetiyle çözüme bağladı. Siyaseti siyasetçilerle yaptı. Hâlâ çözümün siyasilerde olduğuna inancım tamdır.