Yaşasın Popülizm
Üç buçuk yıldır, değil buralarda bizler, ama mesela Teksas’taki Amerikalı bir kovboyun da pek farkında olmadığı, Başkan yardımcısı ve Biden’ın çekilmesi üzerine aday olan Kamala Harris’in içinden bir siyaset dehası çıktı ki, bizler ve Teksaslı kovboylar bir yana, başkent Washington’daki siyasetçiler bile gördüklerine-duyduklarına inanamıyorlar.
Kamala’nın “her şeyden anladığı” ve mesela başkan olduktan hemen sonra, fiyatları “herkesin gücünün yeteceği düzeye indireceği vaadi, Mazhar-Fuat-Özkan’ın “Peki, Peki Anladık!” şarkısındaki “abi” misali Cumhuriyetçiler kadar Demokratları da müstehzi tebessümlere sevk etti. Kamala’nın vaadi kadar, bunu nasıl yapacağına dair önerisi de insanların gülümsemelerine yol açıyor: Başkan Harris hemen bir ekip kuracak ve bu ekip süpermarketlerdeki fiyatların yüksek olup olmadığına bakacak, fiyatlar gereksiz yere yüksekse, Başkan Harris indirilmesini emredecek.
Tahmin edileceği gibi, özellikle muhafazakarlar, klasik ekonomistler ve medyanın piyasa uzmanları, bu açıklamayı, tabirimi hoşgörün, makaraya almakta geç kalmadılar.
Bu eleştirilerin ortak noktası “bekara eş boşamanın kolay olduğu” düşüncesi. Bir tarafta, ekonominin “serbest piyasa sistemi” olduğu inancından hareket edenler var; Amerika gibi bir ülkede Kamala’nın “komünist” fikirlerinin işe yaramayacağını savunuyorlar. Diğer tarafta, serbest piyasa aldatmacasını reddeden ekonomistler var ki, bunlar tröstleşmiş yani gizli, tekelci anlaşmalar yapmış kapitalist devlerin, Beyaz Saray’dan emirle fiyat indirimine gideceklerini sanmanın hayal olduğunu söylüyor.
Bu gizli ortaklıkların, ortada yazılı-çizili anlaşmalar olmasa da son zamanlarda iki tür fiyat şişirme yöntemine başvurdukları belirtiliyor: Enflasyon belirtisine dayanan zamlar ve “greedflation” (enflasyon fırsatçılığı veya açgözlülük sebebiyle yapılan) zamlar. Klasik (yani gerçeğe tümüyle aykırı) ekonomik modelde, mal ve hizmetlerin arzı ve talebi, serbest piyasada karşılaşır ve fiyatları belirler! Ama dünyada öyle bir belirlenme yöntemi yok. Ve hiç olmadı. (Burada Prof. Dr. Mete Gündoğan’ı saygıyla hatırlamamız gerekiyor. Neden? Belki ilerde irdeleriz.)
Ne var ki, siyaset alanında bir de popülizm diye bir arz ve talep karşılaşması ve bunun sonunda beliren vaatler var; verilen oylar var. Bu, o veya bu memlekette olan bir şey değil; her yerde ve zaman var oldu. Popülizmin bir numaralı yasası: “Halkın istediği her şeyden önce gelir, nokta.”
Halk ne istiyorsa, vaat et! Sonra gelsin oylar! Popülizm denen düşünsel yaklaşım, “halkı” ahlaki açıdan iyi bir güç olarak sunar, onu “yozlaşmış ve çıkarcı elitlere” karşı koyan bir güç olarak tanımlar. Ama “halk” dediğimiz kitle, vaadin gerçekçiliği, uygulanabilirliği, belirtilen sonucu verip vermeyeceği ile ilgili değildir. Oysa kendi çıkarını düşünüyor olsa bile siyasal bilinç ve bilgi düzeyi daha yüksek olan elit, siyasetçinin ne zaman popülizme kaydığını, ne zaman vaatlerin içinin boş, sadece heyecan veren retorikten ibaret olduğunu bilir.
ABD’nin dört yıl önce Donald Trump popülizmine, Avrupa’nın önceki ve bu son seçimlerde hem de popülizmin en aşırı ucundaki partilere oy vermiş olması, önümüzdeki en canlı örnekleridir.
Ancak popülizm içi boş vaatlerle, filanca kesime yüzde şu kadar zam, filanca malın fiyatında yüzde şu kadar indirim ile sınırlı kalırsa sorun değil. Ancak, 1934’te demokratik bir referandumla , başkan olan Hitler de popülistti ve 90 oranında oyu o içi boş popülist vaatlerle aldı.
Evet, doğrudur, kötü bir fikir, sırf çok sayıda insan destekliyor diye iyi bir fikir haline gelmez. Ancak siyasetin de bir Gresham Kanunu vardır: ekonomide nasıl kötü para iyi parayı kovarsa, siyasette de realist, yani vaatlerini fizibilitesini göz önünde tutarak yapan siyasetçi, altta kalmamak için, popülist siyasetçiye benzemeye başlar.
Amerikan seçmeni, popülist Trump ile onu taklit eden Kamala Harris arasında tercih yapacaksa, dünyayı neşeli (!) günler bekliyor demektir.