Siyonist Muhipleri Cemiyeti
Dün akşam İran içine düştüğü utanç durumdan bir nebze de olsun kurtulabilmek için İsrail’e yönelik 200 kadar balistik füze fırlattı. Bu füzeleri fırlatılmadan önce İran konuyu ABD ile koordine etti mi bilinmez lakin füze saldırıları sonrasında bir kişi yaşamını kaybetti, o da Batı Şeria’daki bir Müslüman Filistinli.
Cumhurbaşkanı Erdoğan yine ayarlarını bozdu
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın İsrail’in bir sonraki hedefi Türkiye’dir demesinden hemen sonra Siyonist Muhipleri Cemiyeti üyelerinin Türkiye’de nasıl anında ve senkronize bir şekilde ekran ve sosyal medya gücünü kullanabildiklerini şaşkınlıkla izledim.
Neler söylenmedi ki, birisi Türkiye ile İsrail’in kurucu kodlarında birbirlerine saldırmazlık ilkesinden bahsederken bir diğeri isminin önündeki titre tekme atarcasına ‘Arz-ı Mev’ut denilen kavrama İsrail’de inanan üç beş kişi ya var ya yok’ diyordu.
Anlaşılan, bu kadar cehalet ancak tahsille mümkün olur sözünü haklı çıkarmaya yemin ederek ekrana çıkmış.
Bir diğeri de ‘Tel Aviv’deki sivillerin yaşamları tehlikede’ diye ekranda hançeresini yırtıyor. Kuşkusuz masum tek kişinin bile burnunun kanamasını istemeyiz lakin Tel Aviv’de yaşamını kaybeden bir kişi dahi yokken insan kendini ekran karşısında neden parçalar?
Dünyanın gözü önünde 43 bin kadın çoluk çocuk katledilmiş, insanlarda bu katliamlara yönelik son derece büyük bir öfke ve kin varken bu kadar pervasız nasıl davranabiliyorsunuz?
Tüm bu yaşananlar bize merhum Muhsin Yazıcıoğlu’nu anmak ve merhuma rahmet okumak için bir vesile aslında. Merhum, bir konuşmasında bu toprakların çok önceden nasıl sürüldüğünü çok detaylı bir şekilde anlatarak konuyu ete kemiğe büründürmüştü.
Öyle kolay değil yani işimiz.
Bir taraftan ekonomik zorluklar ile mücadele edeceksiniz, diğer taraftan savunma sanayiine büyük kaynaklar tahsis ederek yaklaşmakta olan bir kıyamete ülkeyi hazırlayacaksınız, yetmezmiş gibi sizi dışarıdan kuşatmaya çalışan birçok ülkeyi bir dengede tutmaya çalışacaksınız bir de içeride bunların kapının kilidini mütecavize gösterme gayretlerini engelleyeceksiniz.
Valla zor iş, insanın yazarken bile kafası karışıyor.
Dönelim Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın dün Meclis açılışında yaptığı konuşmasındaki çok önemli tespitlere. Cumhurbaşkanı Erdoğan ‘Bakınız Hatay’ın Yayladağı ilçesindeki Suriye sınırından, Lübnan sınırı, karayoluyla 170 kilometredir ve Türkiye Lübnan’a arabayla sadece 2,5 saat uzaklıktadır. Antakya ile Gazze arası, Ankara ile Aydın arası kadardır. Yani işgal, terör, saldırganlık hemen yanı başımızdadır’ diyerek terör devletinin artık sınırlarımızın hemen yanı başında olduğunu vurguladı.
Erdoğan’ın Siyonist muhiplerini çıldırtan açıklaması ise ‘Vaat edilmiş topraklar hezeyanıyla hareket eden İsrail yönetiminin, tamamen dini bir fanatizm ile Filistin ve Lübnan’dan sonra gözünü dikeceği yer, açık söylüyorum, bizim vatan topraklarımız olacaktır’ demesi oldu.
Ne yani, hangi ciddi ülke işgal artık hemen yanı başınıza kadar yaklaşmış, düzensiz bir göçü tetiklemişken, üstelik YPG/PKK gibi bir terör örgütünü bu işgal gücünün alenen kullandığı artık bir hakikatken eli kolu bağlı bekler.
Elbette sorumluluk duygusu içindeki bir Cumhurbaşkanı hem gereken tedbirleri alacak hem de halkını olan biten karşısında bilgilendirecektir.
Neden hemen kimyanız bozuluyor, Anadolu insanı inanın anlamakta güçlük çekiyor.
Elektrik kaçakçılığı mevcut mevzuat ile önlenemiyor
Gelelim iç cephede devlet denilen mekanizmanın bazı konularda hukukun üstünlüğü ve nizamın uygulanması noktasında karşı karşıya kaldığı bir başka zor noktaya: Elektrik kaçakçılığı
Dicle Elektrik aylardan bu yana kaçak elektrik kullananlar ile alakalı olağanüstü bir mücadele içerisinde. Gün geçmiyor ki kaçak elektrik ile mücadele eden ekiplere saldırılar olmasın. En son geçtiğimiz günlerde kaçak elektrik kullanan bir grup ilgili firma çalışanlarına otomatik tüfekler ile uyarı ateşi açmışlar.
Bu konu artık bir kaçak elektrik konusu olmaktan çıkmış alenen bir güvenlik ve asayiş sorunu haline dönüşmüştür zira artık emniyet güçlerine de direnç başlamıştır.
Dicle Elektrik yetkilileri kendi sorumluluk bölgelerinde 70 bin trafo olduğunu bunun ise sadece 25 binin kayıtlı trafo olduğu, diğer 50 bin trafonun ise kayıt dışı olarak kullanıldığını dile getirmekte. Bu 50 bin trafonun bir kısmı ise yakalanmamak için traktör kasalarına monte edilerek seyyar bir şekilde kullanılıyor. Geldiğimiz noktada yıllık kayıp miktarı Avrupa’daki bazı ülkelerin toplam tüketiminden bile fazla.
Artık iş öyle bir noktaya gelmiş ki kaçak elektrik kullanırken yakalananlar sadece kendilerinin değil etraflarındaki herkesin kaçak elektrik kullandığını savunarak, elektrik kaçakçılığından sıyrılmaya çalışıyor. Anlayacağınız işin ahlaki cephesi çökeli epey olmuş.
İlgili şirketin paylaştığı veriler ise tüyler ürpertici boyutta bir kaçağın olduğunu gösteriyor. Bugün Türkiye’de elektrik tüketiminin İstanbul’dan sonra en yüksek olduğu bölge bu şirketin sorumluluk alanındaki bölge. Oysa abone sayısı İstanbul’un yarısı kadar bile değil.
O zaman bu denli kaçak kullanım neyle izah edilebilir?
Kaçak elektrik kullananların herhangi bir fatura kaygısı olmadığı için akşam ya da sabah tarlaya gidip yer altı suyunu da hoyratça kullanacak şekilde pompayı açıyorlar ve tarladan ayrılıyorlar, saatler sonra geri dönüp suyu kapatıyorlar.
Ya su tarladan taşarsa?
Taşarsa taşsın ne suya ne de elektriğe para vermiyor nasılsa…
Tam bu sebepten dolayı verilere göre tarımdaki elektrik kullanımı, normal bir çiftçinin kullanımından 10 kat daha fazla.
Bu sorun hem yer altı sularını hunharca tüketen hem toprağın verimini perişan eden bir hale dönüşerek bir güvenlik sorunu haline gelmiştir ve mücadele de bu kapsamda sürdürülmelidir.