Uzak Doğu seferi
Her milletin övünülecek tarihi, üzerinde kimlik inşa edilen kültürü ve inandığı bir dini vardır. Batı emperyalizmi ve yerli sürümleri bizi o kadar tedirgin etmişler ki, kendi tarihimizden, kültürümüzden ve dinimizden bahsetmekten çekinir olduk.
Bu hafta Sayın Cumhurbaşkanımızın Uzak Doğu seferini, 15-16. yüzyılda Osmanlı padişahlarının seferlerine benzetmek istedim; birden aklıma onlarca engel geldi. İlk olarak, padişahların seferleri daha çok askeri seferlerdir; çoğunlukla bir ülkenin fethi ve savaş için yola çıkılmıştır. İkincisi, gidilen yer hangi ülke olursa olsun, sefere konu olan ülke düşmandır.
Bir de, Erdoğan’ın seferini, padişahların herhangi birinin seferine benzetmek, hepten mayınlı araziye girmek olur. Efendim, zaten Cumhuriyet aydınları için padişahlar kötü bir temsilcidir. İçinde tek adamlık, diktatörlük vardır; Sultan Vahdettin’in İstanbul’u İngilizlere teslim etmesi gibi, birçok kötü örnek vardır.
Öne çıkardıkları kavramları şeytanlaştırdıkları için, Avrupa’daki bazı yayınlar Erdoğan’ı padişaha benzetir ve yerli sürümler bu durumu büyük bir iştahla kullanır. Hal böyleyken, siz kalkıp Sayın Erdoğan’ın Uzak Doğu seferini hem sefer olarak tanımlayacak, hem de büyük bir padişahın kimliği ile özdeşleştireceksiniz.
Bu, bir Cumhuriyet aydını için iman ve küfür meselesi gibidir; haşa, dinden çıkarsınız.
Bu milletin tarihinden haberdar olmayanlar, Türk milletinin kültüründen ve geçmişinden habersiz olanlar, Maveraünnehir’in ne olduğunu, Timür İmparatorluğu’nu, Babür Şahlığı’nı ve Hindistan’daki Türk devletlerini bilmezler.
Osmanlı Devleti döneminden Açe Sultanlığı’na, Osmanlı’nın sömürgecilere karşı mücadele etmek için yardım gönderdiği vb daha yüzlerce tarihi anekdot vardır.
İlk bakışta Endonezya, Malezya ve Pakistan, Osmanlı yönetiminde olmamış ülklerdi. Ancak Osmanlı devleti büyük bir imparatorluk kurmuş ve bu imparatorluk medeniyete dönüşmüştür. Birkaç yüzyıl boyunca yeryüzündeki Müslümanların tek temsilcisi ve koruyucusu olmuştur. Bu sebepten dolayı, bugün üzerinde devlet kurulan 50’ye yakın ülkeyi bizzat yönetmiş, bazı devletlerle yönetim, bazı devletlerle kan bağı, bazı devletlerle de İslam kardeşliği üzerinden etkileşimde bulunmuştur.
Bir Cumhuriyet aydınının bu kadar karmaşık meselelere kafası basmaz; onun ufku Batılıların istediği şablonlar kadar vardır ve ötesine geçemez. Bırakın sınırı öteye geçmeyi, bu sığlık ona hayal bile kurdurmaz.
Cumhurbaşkanımızın Malezya ziyareti sırasında, Malezya Başbakanı Enver İbrahim’in yapmış olduğu konuşma dünya basınına yansıdı. Erdoğan’ı bu kadar derinden analiz edip tarif etmesi, tam bir Erdoğan tarifidir. Enver İbrahim, “Sayın Cumhurbaşkanı, birçok özelliğiyle dünya liderlerinden ayrıştı. Öncelikli olarak mazlumların yanında durdu, Filistin’in haklı davasına destek verdi, Gazze savaşındaki söylemi dünya liderleri tarafından desteklenen ana fikre dönüştü. Adaletsiz dünya düzenine meydan okudu”. Enver İbrahim’in tanımladığı Erdoğan tam da budur.
Bizim kavramlarımızdan olup bize karşı küfür gibi kullanılan İslamcılık siyasi geleneği vardır. Gururla söyleyelim, Enver İbrahim de İslamcı gelenektendir; Gazze savaşında bu karakterini siyasetine yansıtmıştır.
Varsayalım ki Malezya-Türkiye ilişkilerinin bir seviyesi var; Endonezya’daki coşkuya ne diyeceksiniz? Endonezya seferi, bütün halkta yediden yetmişe büyük bir coşku ve heyecan oluşturdu.
Malezya’nın bugünkü kralı, Osmanlı torunudur. Malezya devleti dokuz krallıktan oluşmaktadır. Osmanlı padişahlarından III. Selim ve Sultan Abdülhamid’i ziyaret eden Malezya Kralı, Osmanlı’dan nişan ve berat alır ve diğer kralları birleştirerek bugünkü Malezya’nın temellerini atar. III. Selim, Malezya Kralı’na Saray’dan üç cariye verir. Bugünkü Kral’ın büyükannesi ise İstanbul’ludur.
Pakistan’ı anlatmaya gerek var mı? Haydar Aliyev “İki devlet, bir millet” tanımını yapmadan evvel, Türkiye ve Pakistan için “kardeş” kelimesi sıklıkla kullanılırdı. Türkiye ve Pakistan, iki kardeş ülke olarak tanımlanır; her iki ülkeden hangisi konuşulursa konuşulsun, kardeş kelimesi eklenirdi. İki devlet bir millet tanımına uygun bir geçmiş var.
Maveraünnehir, Timür İmparatorluğu, Babür Şahlığı ve Hindistan tarihine derinlemesine bir bakış attığımızda, Pakistan ve Türkiye’nin kopmaz bağlarını bir çırpıda görebiliriz.
Sayın Cumhurbaşkanımız, kendi ülkesini kalkındırdı, altyapısını tamamladı, savunma sanayisini ve ordusunu güçlendirdi. Bütün bunları yaparken, siyasi meşruiyeti merkeze aldı. Dış politikada, Osmanlı tarihi coğrafyasından kalma nüfuz ile Erdoğan’ın vizyonu eşleşti.
Türkiye’nin dışında büyük bir Türkiye büyüsü ve dünya lideri Erdoğan var. Türkiye’de ise kısır siyasi tartışmalar içinde boğuluyoruz.
Bu seyahatlere, hatırı sayılır CHP vekillerinin katılması gerekir. Sayın Cumhurbaşkanımızın her seyahatine en az 10 muhalif gazetecinin katılması gerek. Bu insanların Türkiye dışındaki Erdoğan’ı fark etme hakları vardır. Seyahatleri anlatma konusunda bir rekabet de ortaya çıkar; aksi takdirde bu büyük vizyonlu gezilerden bir analiz çıkmıyor, geriye sadece uçakta çekilen fotoğraflar kalıyor.