SANATÇI KRİTERLERİ
Kılıçdaroğlu’ nun gaflarına milletçe alıştık. Siyaset sahnesine adım attığı günden beri kırdığı potları hepimiz biliyoruz.
Ama küfür ve hakaretin kirli diline teslim olmasını kabul etmek bu kadar kolay değil.
Zira her konuşmasında siyasi terbiye ve nezaketi geçtik, yaşıyla ve temsil ettiği makamla asla uyuşmayan bir üslubun daha doğrusu üslupsuzluğun çirkin örneklerini sergilemekten utanmaması hepimizin ortak sorunu.
Ancak iktidara aday bir partinin genel başkanından çok, “siyasi holiganlıkla” adlandırılabilecek bir tanımlamayı fersaf fersaf geçen bir profil çizmesinin siyasi tarihimizde örneği yok.
Kah meclis kürsüsünde…
Kah partisinin toplantılarında…
Kah televizyon programlarında…
Aynı yıkıcı, aşağılayıcı, ayrıştırıcı, ötekileştirici, hakaret ve küfürle bezenmiş cümleleri alaycı bir üslupla ve hiç yüzü kızarmadan sarf etmesinin nedenlerini psikiyatristlere sormak lazım.
Zira bunun adı ne siyaset ne karşıt görüş ne de muhalefet.
Olsa olsa terbiye sınırlarını küfrün ve hakaretin çirkinliğiyle yıkıp seviyesizliği millete zorla kabul ettirme çabası.
Burada soru Kılıçdaroğlu’ nu böylesi bir zavallılığa düşüren sebep nedir olmalı?
Millet bunun cevabını biliyor.
O cevabın tek ses halinde gürül gürül seslendirildiği yer sandık.
Yani sandıktan çıkamamanın verdiği depresif ruh hali ve saldırganlık.
Bu yenilgiler zincirinin sebebi olarak da Erdoğan’ ı gördüğü için, hakaret ve küfür mermilerinin hedefinde hep Erdoğan var.
Bu hastalıklı ve takıntılı ruh hali o kadar tehlikeli boyutlara ulaştı ki artık Ülkenin kazanımlarından, başarılarından rahatsızlık duyup, bu başarıların mimarı olarak gördüğü Erdoğan’ı hep hedef tahtasında tutacak kadar yakışıksız bir hal aldı.
Tabii vicdan sahibi her vatandaşın ülkesinin bekası için çaba sarf etmesini, terörle mücadeleye destek verip ülke düşmanlarının yok edilmesine destek olmasını da kabul etmiyor Kılıçdaroğlu.
Hakaret ve küfür silahını millete de doğrultup hedef sakınmadan herkesi yaralaması manevi dünyamızda telafisi güç yaralar açıyor.
İşte en son Zeytin dalı Operasyonu sırasında ve sonrasındaki tavrı buna en çarpıcı örnek.
Parti mensuplarının söyledikleri ayrı bir yazının konusu olur. Ama bizzat Kılıçdaroğlu’ nun operasyonun ilk gününden itibaren bu mücadeleye kerhen ve milletin zoruyla verdiği destek hepimizin malumu. “Afrin’ e girilmesin” sözünü unutmak ne mümkün.
Dedik ya gafları ve kırdığı potlarla tanınıyor.
Ancak sporcu, sanatçı ve gazetecilerden oluşan bir grubun Afrin harekatına destek verip Mehmetçiklerimize moral olsun diye Hatay’a yaptıkları ziyaretten rahatsız olup adeta çıldırmasını ne siyasetçiler anladı ne de millet.
Her kelimesi sıkıntılı her cümlesi yakışıksız, alenen söylenmiş galiz küfürler. Burada hedef tahtasında sanatçılar var… Onların temsil ettiği millet ve milletin tartışmasız tercihi Erdoğan var.
Hangi cümlesini düzeltelim, hangisine yorum getirelim bu çapsızlık manifestosunun?
Kılıçdaroğlu’ nun sanat anlayışı ve sanatçı tarifi nasıl acaba?
Hangi kiterlere sahip olunursa küfürbazın hakaret kurşunlarından korunulabilir?
Kılıçdaroğlu’ nun iftihar listesine girebilemek için hangi şartları taşımak lazım? Aklımıza bazı kriterler geliyor.
Sesli düşünelim. Kimler olabilir bu üstün ve takdir edilesi örnek sanatçılar.
Aklımıza gelen ilk isim ressam Bedri Baykam. Bir zamanların harika çocuğu. Eski CHP PM üyesi. Hatta genel başkanlığı adaylık için adı geçmiş bir sanatçı.
Ama biz onu “oto- retro” adını verdiği serginin baş yapıtlarından biriyle, “spermlerini sildiği ve 35 yıldır sakladığı peçetesi” ile hatırlıyoruz.
Toplumsal değerlere aykırılık önemli bir kriter o zaman Kılıçdaroğlu için.
Gene CHP şemsiyesi altında yürüyelim.
Her fırsatta Erdoğan’a ve Ak Partiye hakaret etmeyi meslek edinmiş bir ismin, türkücü Tolga Çandar’ın 2011 seçimleri öncesinde söylediklerini hatırlayalım.
“Tanrı birisine vicdan veriyor, birisine vermiyor. Recep Tayyip Efendi’ ye vermemiş vicdan. Ben olduğunu sanmıyorum. Bazen salya sümük ağlıyor ya, inanmadığı bir şey için ağlayan adama bizde “artist” diyorlar.”
Bu hakaret performansı milletvekilliği listesine girip, 2011’de Muğla milletvekili olarak meclise kapağı atmasına yetmiş. Yerini sağlam tutmak için de hakaretlerini sistematik olarak sürdürmeye devam etmiş güzide sanatçımız. 2013 yılında katıldığı bir cenazede
“ İnleye inleye gebersin inşallah” diye beddua ettiği isim, zamanın Başbakanı Tayyip Erdoğan.
Nasıl tablo netleşti mi? Kriterle belli olmaya başladı mı kafanızda?
Yani Erdoğan’a nefret duymak ve bu nefreti her fırsatta kusmayı entelektüel bir refleks saymak bir sanatçı için olmazsa olmaz bir kriter Kılıçdaroğlu için.
Bir başka örnek daha verelim.
Yine CHP şemsiyesi altındayız.
Yazarlığından ve yönetmenliğinden çok, bestelediği ve seslendirdiği protest şarkılarla hatırladığımız bir isim Zülfü Livaneli.
Eski CHP İstanbul milletvekili.
Hani “Sen niçin Erdoğan’ın siyaset yasağının kaldırılmasına önayak oldun” diyerek Deniz Baykal’a bitmeyen bir siyasi kan davası güden şahsiyet.
1950 de yürürlüğe giren Çok partili parlamenter sistemini “karşı devrim” olarak gören “ Leylim Ley”.
PKK’ nın katliamlarında “Barışı” hatırlamayan ama örgüt ne zaman darbe yiyince “Barış” naraları atan sanatçı.
Toplumsal hafızası silinmiş bir kitlenin “ Karlı kayın ormanlarında” vicdanını kaybetmiş entellektüeli.
Yine “sanatçı” olabilmek için Erdoğan nefreti ve millete düşmanlık kriteri hiç değişmiyor görüldüğü üzere.
Örnekler o kadar çok ki.
Üstelik hepsi siyasi kimlik ve nefretlerini sanatçı duruşlarının önüne kartvizit gibi koymuş elitler.
Yani ülkenin sahipleri!
Milletin efendileri!
“Sanatçılıktan” önce, insan olmanın, milletin değerlerine saygı duymanın, devletinin bekasına önem vermenin, milletin tercihlerine hakaret etmemenin gerektiğini anlamaktan aciz hadsizler.
2014 te CHP’ nin televizyonu Halk Tv de “ Teşekkür Ödülünü” alırken Erdoğan’a canlı yayında sırıtarak “Recoş” diye hitap etmeyi özgürlük sayan müptezel Müjdat Gezen.
Bursa’da verdiği konser esnasında aldığı alkolün etkisiyle ayakta durmakta zorlanıp şarkı söylemeyi bırakarak Erdoğan’a Ak Parti’ye ve 15 Temmuzda FETÖ darbesine direnen millete hakaretler saydıran Halil Sezai de Kılıçdaroğlu’ nun “sanatçı” kriterlerini altın yıldızlarla hak eden bir isim.
Sinema, tiyatro oyuncusu ve şarkıcı Zuhal Olcay!
Tıpkı Halil Sezai gibi, Kadıköy’de bir mekanda şarkı söylerken aldığı alkolün etkisiyle sahnede Cumhurbaşkanı Erdoğan’a hakaret ettiği için kendisine dava açılan bir “Sanatçı”!
Nasıl?
Sanatçı olmanın evrensel kriterlerine cuk oturan “gerçek sanatçılar” ı tanıdınız değil mi?
Tıpkı bir kleptoman nasıl bir şeyler çalmadan rahat edemiyorsa, Erdoğan’a hakaret etmeyi hayatının vazgeçilmezi gören oyuncu Barış Atay’ı da ilk sıradan sokmak lazım listeye.
Hem bu “Sanatçının” Erdoğan’a hakaretten kesinleşmiş cezası var.
Yani diğerlerinden bir adım daha önde “Sanatçı” kriterlerinde.
1 Kasım seçimlerinde Ak Parti’nin yeniden tek başına iktidar olmasını hazmedemeyip İtalyan gazetesine verdiği röportajda Erdoğan’a hakaretler eden yazar Elif Şafak.
FETÖ nün medya ayağının etkili isimlerinden kaçak gazeteci Eyüp Can’ın refikası.
Yurt dışında verdiği bir konferansta “Biseksüel” olduğunu iftiharla itiraf eden ödüllü yazar!
Ama o da Kılıçdaroğlu’ nun “Sanatçı” kriterlerini fazlasıyla karşılıyor. Üstelik cinsel sapkınlığını konferansta izleyiciler önünde açıklamasıyla diğerlerinden bir adım önde bile.
Liste kabarık.
Ülkeyi kaos sarmalında yıkmayı planlayan GEZİ Vandallarına bizzat sahada, devletin polisine taş atarak, küfür ederek, Erdoğan’a koro halinde hakaret ederek yeteneklerini icra eden “Sanatçıları” da alın listeye.
Onlar da Erdoğan nefreti, millet düşmanlığıyla fazlasıyla hak ediyorlar “sanatçı” listesine girmeyi.
Şimdi anladınız mı Kılıçdaroğlu’ nun karın ağrısını.
“Amaç askerlere moral veren sanatçılara hakaret etmek değil. Amaç Erdoğan nefretini kusmak” sen daha anlamadın mı?
Bunun için kızgındır Hatay’ da askerlere moral vermeye gidenlere.
Afrin Harekatının başarısından duyduğu rahatsızlığın dışa vurumudur bu hakaret sözcükleri.
Erdoğan’ın başkomutan olarak milletiyle verdiği beka mücadelesine olan tepkisidir.
Terörün kökünün kazınmasını kabul edememenin öfkesidir.
2019 seçimlerinde Yeni Türkiye’nin Erdoğan’ın Başkanlığıyla taçlanacağını bildiği içindir bu kızgınlığı.
Eski Türkiye’ye buğulu gözlerle bakıp, bu kirli imparatorluğu tek başına yıkan isme karşı güttüğü kan davasıdır.
İşte bunun için, ne CHP ye laf edip ne de Kılıçdaroğlu’ na eleştiri getirmemiş sadece sınırdaki askerleri, çocukları, kardeşleri gibi görüp ziyaret eden bir avuç ülke sevdalısına tahammül edemez.
Onun sanatçıları Mehmetçikle omuz omuza “Yaylalar’ı” söyleyemez. Dilleri varmaz çünkü.
“Vatanına göz dikeni ez oğlum” türküsünü başlarına silah dayasanız söylemezler.
Milli değildirler çünkü.
Milletin değerlerine düşmanlık ortak özellikleridir.
Ama sözde adalet yürüyüşünde “Gündoğdu hep uyandık siperlere dayandık” diye bağıra bağıra DHKP-C nin örgüt marşını söylemekten utanmazlar.
Konserlerinde PKK propagandası yapıp DHKP-C yi öven Grup Yorum’ un eski solistlerinden Hilmi Yarayıcı’ yı 2015 seçimlerinde Hatay’ dan 1.sıradan meclise sokan bir zihniyet yine Hatay’da gösterilen milli duruştan, milli hassasiyetten rahatsız olur.
Hakaret, küfür ve aşağılamanın gerçek sebebi budur.
O Grup Yorum ki 2016 da verdiği bir konserde Savcımız Mehmet Selim Kiraz’ı şehit eden teröristin ailesine telefonla bağlanarak terör propagandası yaptırıp, oğullarıyla gurur duyduklarını ve gençlerin terörist Şafak Yayla’ yı örnek almasını tavsiye etmesine çanak tutmuş terör sevicileridir.
O Kılıçdaroğlu ki 3 Şubat 2018’de Şehit savcımızın katillerine övgüler düzen Grup Yorum’ un “Yürüyüş” şarkısı eşliğinde Kurultay konuşmasını yapmak üzere gururla atar adımlarını.
Kulağında ihanet şarkısının tınısı varken “ Vatanına göz dikeni ez oğul” diyenlerden rahatsız olmasının sebebi budur.
Vatan evlatlarını şehit edenlere övgüler düzenlerle,
Vatan için şehit olmayı şeref sayıp, vatanına göz dikenleri ezenlerin kavgasıdır bu.