Siz Fatih Sultan Mehmed Kim Bilir misiniz?
3 Mayıs, bir çağ açan, bir çağ kapatan, üç imparatorluk 15 prens devleti ve sayısız şehir fethini 49 sene gibi kısacık bir zamana sığdıran tarihimizin yüz akı cennet mekân Fatih Sultan Mehmed Han’ın sevgilisi olan Allah’ına kavuşmasının günüdür.
30 Mart 1432 Pazar günü, devletin başkenti olan Edirne’de, Sultan 2.. Murat’ın eşi Hüma Hatun’dan dördüncü oğlu olarak dünyaya geldi.[1] İki yaşına kadar Edirne’de babasının yanında kalan küçük Mehmet, ağabeyi Alâeddin Ali ile birlikte 14 yaşındaki büyük ağabeyleri Şehzade Ahmed’in valilik yaptığı Amasya’ya gönderilir. Şehzade Ahmed’in erken ölmesi dolayısı ile şehzade Mehmed altı yaşında Amasya’ya, ağabeyi Alâeddin Ali ise, Manisa’ya vali olurlar. “Aklın hafsalanın yandığı yerdeyiz. Karşımızda altı yaşında valilik yapan bir çocuk bulunmaktadır.” İki sene sonra yani Sultan Mehmed Han sekiz yaşında bir şehzade iken ağabeyi Alaeddin Ali’nin valilik yaptığı Manisa’ya vali olarak gönderilir.
Sultan İkinci Murad Han, Bebek denecek yaşta koca koca şehirler idare etmeye başlayan evladı şehzade Mehmed’in eğitimini de ihmal etmemiş dönemin en iyi hocalarını yanına göndermiştir. Bunların başında otoriter ve sert mizacı ile tanınan Hoca Molla Gürani gelir. Zeki olduğu kadar hırçın bir çocuk olan Mehmed’in eğitilmesi kolay olmadı. Bu noktada hırçın Mehmed’in eğitimi için Hoca Molla Gürani’nin bazen şiddet kullandığı bile söylenir. İşin ilginç olan tarafı ise geleceğin sultanı Şehzade Mehmed’e karşı sert davranan Molla Gürani’nin saraydan veya bürokrasinin herhangi bir kesiminden uyarı almamasıdır.
Kendisini dünyanın en entelektüel hükümdarı olmak üzere hazırlayan Şehzade Mehmed, medrese hocalarının yanı sıra batılı bir hümanist olan İtalyalı Anconalı Ciriaco’dan Avrupa tarihi ve Antik Yunan felsefesini öğrenmiştir. Bu durum Şehzade Mehmed’i çok kültürlü ve dünyayı tam anlamıyla bilen biri haline getirmiştir. Topkapı Sarayı’nın arşivinde bulunan Şehzade Mehmed’in çocukluk ve ilk gençlik yıllarında kullandığı defterinde Latin harfleri ile yazılmış bir takım notlar, Roma büstlerini hatırlatan insan çizimleri, Osmanlı figürleri ve çeşitli büyüklüklere ait top resimleri bulunmaktadır. Arapça ve Farsça’yı aldığı eğitim gereği çok iyi bilen Şehzade mehmed, Latince, Yunanca ve İtalyanca’yı da bu dillerin atasözlerine hakim olacak kadar iyi bilmektedir.[2]
Bunun yanı sıra, Sultan Mehmed, İtalya ve İtalyan kültürünü tanıyan nadir bir Doğu hükümdarıydı.[3] Sultan Mehmed’in yanında bulundurduğu Rum tarihçi Kritvulos, onun kendi anadili olan Osmanlı Türkçesi dışında Arapça, Farsça, İbranice, Keldanice, Slavca, İtalyanca, Yunanca ve Latince bildiğini ifade etmektedir.[4]
Şehzade Mehmed, Manisa’da hem büyüyüp hem de devlet işlerini öğrene dursun babası Sultan 2. Murad Han, batıda Macar’lar başta olmak üzere tüm haçlı kuvvetleriyle doğuda ise Karaman Beyi İbrahim Bey’le uğraşmaktaydı. Sultan Murad Han, Ekim 1443’de Macar Kralı Ladislas, dünyaca meşhur komutanı Hünyadi Yanoş ve Sırp Kralı Brankoviç önderliğinde büyük bir haçlı ordusunun Balkanlardaki Osmanlı topraklarına girdiği haberini aldı. Bu vahim hadisenin olduğu günlerde hiç beklenmeyen başka bir hadise daha meydana geldi. Sultan Murad Han’ın büyük oğlu Alaeddin Ali vefat etti[5] İki ağabeyinin genç yaşta ölmelerinin neticesinde Osmanlı tahtının varisi Şehzade Mehmed oluverdi bir anda. Babası Murad Han, Macar Ordusunu durdurmak için Balkanlara doğru sefere çıktığında Şehzade, babasının yerine hükümdar naibi olarak Edirne’ye geldi.
Sultan 2. Murad Han, 1444 yazında yaptığı Segedin Antlaşması ile doğuda ve batıda anlaşma sağladığını düşünerek tahtı 12 yaşındaki oğlu Mehmed’e bırakır ve kendisi emekliliğe çekilir. Bu antlaşmanın bir maddesi on sene boyunca her iki taraf da birbirine vurmayacaktır. İşte bu maddeye güvenerek 12 yaşındaki oğlunu tahta çıkartır. Ama tahta çıkan 12 yaşındaki çocuğu bugün yaşayan ve televizyon seyreden 12’lik çocuklarla karıştırmamak gerekir zira, Şehzade Mehmed 12 yaşına kadar altı sene çeşitli şehirlerde valilik yapmış İstanbul’u fethetmek için planlar yapmaktadır. Bu durum, tedbirli davranmayı seven Sadrazam Çandarlı Halil Paşa ile Mehmed’in etrafında toplanmış olan Şahabeddin, Zağanos, Turahan Paşalar arasında rekabeti meydana çıkarttı.[6] Birkaç ay sonra Macar Kralı Ladislas’ın Osmanlılarla yapılan barışı geçersiz sayarak yeni bir Haçlı Seferine çıkacağını ilan etmesi başkent Edirne’de paniğe yol açtı.
Avrupalı orduların sözlerinde durmayarak Osmanlı topraklarına saldırmalarının yanı sıra Bizans İmparatoru da elinde bulunan Şehzade Orhan kozunu kullanmış ve Osmanlı da çift başlılık yaratmaya çalışmıştı. Bu durum, çocuk padişah Sultan Mehmed Han’ın paşası Şahabeddin Paşa tarafından önlenmiş ve Orhan Çelebi Konstantinopolis’e kaçmıştır[7]. Eylül ayı sonlarında Kral Ladislas önderliğindeki Hıristiyan ordusu Tuna’yı aşarak Edirne’ye doğru yürürken bir Venedik filosu da Çanakkale Boğazı’nı kapattı. İşte tam bu esnada bir gelişme yaşandı. Çandarlı Paşa Sultan Mehmed Han’a sormadan 2. Murad’a durumu anlatan ve tahta tekrar çıkması gerektiğini ifade eden bir mektup yazdı. Bu durum, Sultan Mehmed’in hiç hoşuna gitmedi ve kendini bertaraf edilmiş ve bir kenara bırakılmış gibi hissetmesine sebep oldu[8]. Bu çağrı üzerine Sultan Murad Han, Edirne’ye geldi ve 10 Kasım 1444’de bütün Avrupa’nın toplanarak oluşturduğu büyük haçlı ordusunu Varna’da ağır bir yenilgiye uğrattı.
Varna Savaşı sırasında ve sonrasında Mehmed tahttan çekilmemişse de fiilen padişah II. Murad’tı. Zağanos ve Şahabeddin paşalar genç padişahın otoritesini güçlendirmek için Mehmed’iVarna Savaşı’na götürmek istemişler ama Sadrazam Halil Paşa buna mani olmuş ve onlara karşı II. Murad’a gerçek padişah muamelesi yapmıştı. Ancak II. Murad, savaştan sonra oğlunun konumunu Konstantinopolis’teki Orhan Çelebi’ye karşı zayıflatmamak için fiilî durumu hakiki bir cülus haline getirmeden Manisa’ya çekildi[9] fakat bir süre sonra Çandarlı Paşa’nın ısrarlarına dayanamayarak 1446’da tekrar başkente geldi ve oğlu Mehmed’i Manisa’ya gönderdi. Ekibi ise ayrı ayrı noktalara sürgüne gönderildiler. Mehmed, Manisa’ya ikinci gelişinde neler yaptı pek bir bilgi yoktur. Babasının yaptığı seferlere katılmamıştır. Buradan da anlaşılıyor ki Şehzade Mehmed, tahtan indirilmeyi hazmedememiştir. Bu arada tarihi bir hikâyeyi de burada aydınlatmak gerekir;
Sultan Mehmed Han, Avrupa’yı karşısında görünce bu güçle baş edemeyeceğini anlamış ve emeklilik hayatı yaşayan babasına; “Baba, ben padişahsam sana emrediyorum, ordunun başına geç, yok ben değil padişah sensen o zaman vazifeni yap ve ordunun başına geç” demiştir. Bu bilgi doğru değildir. Mehmed, bırakınız kendi eliyle tahtı babasına bırakmayı, başkente gelmesini bile istemez. Haçlı ordusu ile kendisinin baş edebileceğini düşünür. Fakat, başta Sadrazam Çandarlı Paşa olmak üzere Osmanlı bürokrasisi böyle bir karar verir ve Mehmed’i Mehmed’e rağmen tahtan indirerek babası 2. Murad’ı tekrar tahta davet ederler. Bu durum Mehmed’in aşağılanmasına sebep olmuştur. 1448’de Macarlar ile yapılan II. Kosova Savaşı’nda babasına Anadolu birliklerinin önderliğinde eşlik ederek ilk defa bir savaşta yer aldı.[10]
2. Murad Han 3 Şubat 1451’de vefat etti. Manisa Şehzadesi Mehmed bu haberi duyar duymaz evine bile uğramadan atına atlar ve; “Beni seven Ardımdan gelsin” diyerek Edirne’ye doğru yola çıkar. Tahta ikinci kez çıkan Sultan Mehmed Han Çandarlı’yı sadrazamlık makamında tutar fakat bunun yanında Zağanos Mehmed, Şahabeddin, Saruca Paşa’lardan oluşan savaşçı ruha sahip genç ve cesur ekibini de görev başına getirir. Artık dünya tarihini kökten değiştirecek planlarını işleme koymanın zamanı gelmiştir. ilk aylar sıkıntılı geçer Sultan Mehmed Han için. Bir Yeniçeri ayaklanması, Karaman Beyi İbrahim Bey’in Osmanlı topraklarına saldırması, Bizans İmparatoru 11. Konstantin Paleologos’un elinde tuttuğu Şehzade Orhan için istediği haracı iki katına çıkartması genç sultanı yoracaktır.
Sultan Mehmed, 1451’de Venedik, Ceneviz Cumhuriyeti, Macaristan ve Sırp Despotluğu ile babasının yapmış olduğu anlaşmaları yenilemiş ve zaman kazanmaya çalışmıştır. Bu hareketleri, ülke içinde ve dışında kendisinin aciz bir sultan olduğu izlenimini vermeye yetmiştir. Sultan Mehmed, görünüşte taviz gibi yorumlanabilecek bu emirleri verirken el altından da büyük hamlelere kalkıyordu. Nitekim, Edirne’ye döndükten sonra Orhan için ayrılmış olan gelirlere el koydu ve Konstantinopolis’in ablukaya alınmasını emretti.[11] Kuşatma, 1451’in sonlarında başladı. Yaptığı ilk iş önce Bizans’a sonra tüm dünyaya kafa tutarcasınaydı.
İstanbul Boğazı’nda büyük dedesi Bayezid’in yaptırmış olduğu Anadolu Hisarı’nın karşısına o dönemde Boğazkesen adı verilen Rumeli Hisarı’nın inşa emrini verdi. Bizans Kralı Konstantin, bu duruma karşı çıktı ve hisarın yapılmasını engellemek için Sultan Mehmed’e elçi gönderdi. Ancak sultan bu elçiyi huzuruna dahi kabul etmedi. Bunun tek bir izahı vardı; savaş.
Rumeli Hisarı, tüm uzmanların 1 seneden evvel bitirilemez demesine rağmen Sultan Mehmed Han’ın ısrarı ve inşaat çalışmalarına bizzat refakat etmesi neticesinde 132 gün gibi rekor bir sürede bitirilmiştir. Karşıdan bakıldığında Arapça “Muhammed” şeklinde yapılmış olmasının yanı sıra 132 rakamının da ebced hesabına göre “Muhammed” demek olması çok manidardır. Ağustos 1452’de hisar tamamlandı ve boğazın kontrolü tamamıyla Osmanların eline geçti. Boğazdan geçecek gemiler bundan böyle geçiş parası ödemek zorundaydı. Aksi takdirde gemiler top atışıyla batırılacaktı. 1452 sonlarında ödeme yapmayı reddeden bir Venedik gemisi batırılmış, kaptanı ve tayfası tutuklanmıştı.
Bu arada Sultanın isteği üzerine meşhur top ustacı Urban’da Edirne’ye getirildi. Sultan Mehmed’in kendisinden İstanbul’un surlarını yıkabilecek güçte bir top yapıp yapamayacağını sormuş Urban da; “Ne Konstantinopolis, ne de Babil’in surlarının karşı koyabileceği bir top yapabileceğini” söylediği dilden dile dolaşan İstanbul rivayetlerindendir.[12] Bu arada Bizans imparatoru da bütün Avrupa’dan yardım istemeye başladı. Bu çağrıya sadece Cenova cevap verdi ve Giovanni Giustiniani komutasında 700 asker taşıyan Ceneviz kadırgaları 26 Ocak 1453’te Konstantinopolis’e vardı. İmparator Konstantinos, Giovanni Giustiniani’yi kara kuvvetlerinin başkumadan yaptı.[13]
6 Nisan günü ilk saldırı başladı ve aralıksız 53 gün süren mücadelenin sonunda zafer inanan Müslüman Osmanlı ordusunundu. Bir çağ açılmış, bir çağ kapanmış, 2000 senelik köhne Roma İmparatorluğu tarihe gömülmüştü. Genç hükümdar Mehmed artık, Fatih Sultan Mehmed Han olarak, doğumundan 850 sene evvel resûlullahın hadisinde işaret ettiği müjdeye mazhar olmuştu. Bu tarihten sonra vefatına kadar yani 28 sene durmaksızın hem batıda hem doğuda Allah için, din-i mubin-i İslam için cihad yaptı. Balkan seferinde Boşnakların toplu halde Müslüman olmalarına vesile oldu.
Fatih, askeri başarılarla Osmanlı Devleti’ni büyük bir imparatorluğa dönüştürdü. Bilime, tarihe ve felsefeye özel ilgi gösterdi. Türkçeden başka Arapça, Farsça, Latince ve Yunanca kitaplardan oluşan özel bir kütüphanesi vardı. Avni takma adıyla şiirler yazdı. Bilim adamlarını ve edebiyatçıları destekledi. Nesir ustası Sinan Paşa ile şair Ahmed Paşa’yı vezirliğe kadar yükseltti. Ünlü matematikçi ve astronomi bilgini Ali Kuşçu’nun İstanbul’da kalmasını sağladı. Fatih, İtalyan ressam Gentile Bellini’yi 1479’da İstanbul’a getirterek resimlerini yaptırdı.
Fatih’in saltanatı döneminde Osmanlı ülkesinde 500’den fazla mimari yapı yapıldı. Onun adına yapılan en önemli yapı, İstanbul’da bir cami ile medrese, kitaplık, imarethane (aşevi), darüşşifa (hastane), hamam, kervansaray gibi birimleri kapsayan Fatih Külliyesi’dir.
Fatih’in özellikle İstanbul’un fethinden sonra zengin bir kütüphanesi vardı ve binlerce ciltlik kitaba sahipti. Antik tarihe meraklı olan padişah, Pulutarque’nin Geographia isimli eserini Yunanca’dan Türkçeye çevirerek coğrafi bilimlere olan ilgisini göstermiştir. Fatih’in sarayında Yunanca ve İtalyanca bilen iki kâtip bulunuyor ve padişaha eskiçağ tarihiyle ilgili bilgiler veriyordu. Mitolojiyle ilgilenen Fatih, Homeros’un meşhur İlyada Destanı’nın kopyasını hazırlatmıştı.[14] Fatih’in yanında bulunan İtalyan nedimesi ona Antik Yunanistan’daki düşünürlerin ve Romalı tarihçilerin eserlerini okutmuştu. Fatih papaların, imparatorların, Fransa krallarının, Büyük İskender’in Lombardların vakayinamelerini okumuştu. Bizanslı aydın Gregorios Phrantezes, Fatih’in Büyük İskender, Roma imparatoru Augustus, Bizans imparatoru Büyük Konstantin ve onun gibi şahsiyetlere karşı hayranlık beslediğini söyler.[15]
İslam fıkhına dayanan Osmanlı Hukukunu yazılı bir metin haline getirtti ve “Kanun-i Kadim- Kanunname-i âli Osman” şeklinde kayıt altına alınmasını sağladı. Savaştan savaşa, cepheden cepheye koşarak tüketilen 49 senelik bir ömrün ardından 3 Mayıs 1481’de İtalya üzerine yaptığı sefer sırasında Gebze’deki Hünkar Çayırında 49 yaşında birkaç senedir düçar olduğu “Gut” hastalığı sebebiyle vefat etti. Bu vefatın normal bir vefat olmadığı, özel doktoru Yahudi kökenli Yakup “jakop” Paşa tarafından ilaç gibi zehir verilerek öldürüldüğü ve ölüm sonrasında bu doktorun Vatikan’daki Papalığa üç kelimelik bir mektup gönderdiği söylenir. Bu mektup şöyledir; “BÜYÜK KARTAL ÖLDÜ”
Fatih Sultan Mehmed Han’ın vefatını duyan Avrupa sonra Papa, 3 gün boyunca tüm kiliselerin çanlarını çaldırmış ve milli bayram ilan etmiştir.
Vefatının ardından 532 sene geçmesine rağmen halâ Gazi Fatih Sultan Mehmed Han’ın İstanbul surlarının önünde askerlerine;
“…Yiğitlerim, serdarlarım, gazilerim, az zamanda çok ve büyük işler yaptık” [16]sözü veya Ey benim ün almış komutanlarım ve sadık devlet erkanım, tarife hacet yoktur. Şimdi sahip olduğumuz bu devlet nice gazalar ve büyük tehlikelerle kazanılıp ecdadımızdan ceddimize ve sonunda bizlere nasip olmuştur. Geçmişte en yiğitler toprakları kanlarıyla boyamış bugün ebediyet alemine göçmüştür. Bu yiğitlerden bize kalan bu şanlı devlet inşallah kıyamete kadar ayakta dimdik duracaktır. Sözleri kulaklarımızda yankılanmaya devam edecektir.”
Gazi Sultan Mehmed Han, mücadele içinde geçirdiği 30 senelik ömrünü 1461’de Trabzon’u fethetmek için atların çıkamadığı sarp dağları tırnakları ile çıkarken yiğitlerine hitaben söylediği şu sözlerle özetlemiştir;
“Ey yiğitlerim, bu çektiğimiz zahmetlerin tümü Allah ve onun dinini yaymak içindir. Elimizde İslam kılıcı vardır. Eğer, biz bu zahmetleri çekmezsek bize gazi demek layık olmaz[1]
Mekânın cennet, komşun resulullah olsun. Davan davamız, yolun yolumuzdur…