ABD ne istiyor, Türkiye ne diyor?
ABD hep bir şeyler ister. Bu pervasızlık 1945’ten beri böyledir. Niye 1945? Çünkü 2. Dünya Savaşı’ndan sonra dünyanın merkezinde ABD’nin olduğu bir sistem tasarlandı. Buna “Çağdaşlık” denildi, “Medeniyet” denildi, “Serbest piyasa” denildi, “Yeni dünya” denildi; derken bir sürü isim verdiler hatta kimleri “Kapitalizm” dedi. Hepsi dünyanın merkezinde ABD’nin olduğu ve bütün alışverişlerin dolarla yapıldığı yeni nesil bir sömürge sistemi demekti aslında. ABD, o gün bu gündür bilhassa petrol, silah ve ilacın kesinlikle dolarla alınıp satıldığı dünya sistemini ayakta tutmaya çalışıyor. Dünyada kendi bastığı parayla borçlanan tek ülke olan ABD, 1945’ten beri karşılıksız para basıyor ve ayakta kalabilmek için başka ülkelerden sürekli bir şeyler istiyor. İsterken elinde hep üç sopa oluyor: Dolar, ambargo ve işgal.
Şu basit örneklere bakalım; 1960 yılında 1 dolar 4.73 TL’miş. Sonra 1964’te aniden 9.08’e çıkmış ve sene sonuna doğru 10 TL’yi geçmiş. Ne olmuş peki, 1964 yılında ekonomi birden kötüleş mi? Hayır, konu ekonomiyle ilgile değil. O yıllarda Türkiye Kıbrıs’a müdahale için bütün hazırlıklarını tamamlayıp planlarını yapmış; ama ABD Başkanı Johnson, 5 Haziran 1964’te dönemin Başbakanı İsmet İnönü’ye bir mektup yazmış. Tarihe “Johnson Mektubu” olarak geçen bu ABD tehdidinin ardından ABD önce doları baskılayarak iki kat artırmış. Mesele basit: “Kıbrıs’a müdahale etmeyin.” Bu dolar krizi ve arkasından gelen diğer baskılar Kıbrıs’a müdahaleyi önleyememiş sadece 10 yıl geciktirmiş. O zamanlarda ABD işbirlikçisi olan içerideki zincirli kafalar “Ekonomi çok kötüye gidiyor, Türkiye batıyor, iktisadi tedbirler hatalı” diye yaygara yapmışlar mı peki? Hem de nasıl…
Yıl 1970. Her şey normal hatta çok parlak olmasa da Türkiye iyiye gidiyor bile diyebiliriz. Ancak ABD yine bir şey istiyor. “Haşhaş ekimini durdurun” diyor. Aynı kenevirde olduğu gibi haşhaş üretimi konusunda da Türkiye’ye baskı yapıyor. ABD Başkanı Nixon, dönemin Başbakanı Demirel’e kişisel bir mektup yazıyor ve ardından kendi özel temsilcisi sıfatıyla Senatör Patrick Moynihan’ı Türkiye’ye gönderip hükümete “ABD’nin tüm afyon üretimini satın almak istediğini bundan sonra da haşhaş ekiminin yasaklanması gerektiğini” söylüyor. Mayıs 1970’te ABD’de “Türkiye’nin haşhaş üretmesi meselesi birinci ve tek konu olarak gündem oluyor. Dışişleri Bakanı İhsan Sabri Çağlayangil, Richarson’a “Afyon üretiminin yasaklanmasının mümkün olmadığını” bir kez daha söylüyor.
ABD Başkanı Nixon’un özel temsilcisi Moynihan’ın, Haziran 1970 tarihinde Brüksel’de, Türkiye’nin daimi temsilcisi Muharrem Nuri Birgi’ye, “Türk-Amerikan ilişkilerinin geleceğinin, haşhaş ekiminin tamamen yasaklanmasına bağlı olduğunu” ifade ediyor ve ipler iyice geriliyor. Sonra Türkiye, krizi hafifletmek için taviz veriyor ve Haşhaş ekimini 7 ille sınırlayan bir kanun çıkarıyor; ama ABD tavizi kopardığı için yumuşamak yerine daha çok bastırıyor. 12 Mart 1971’de Türk Silahlı Kuvvetleri’nin verdiği muhtıra sonucu hükümet istifa edene kadar dolar yükseldikçe yükseliyor.
Aradan 9 yıl geçiyor ama Türkiye’nin tam olarak teslim alınması gerektiğini düşünen ABD, 1980 yılı başında azınlık hükümeti kuran Süleyman Demirel’e IMF’yi dayatıyor ve dolarla tehdit ediyor. 24 Ocak 1980 tarihinde “24 Ocak Kararları” diye bilinen “İstikrar paketi” ABD’nin zorlamasıyla açıklanıyor ve 1 dolar 35.21 liradan 77.54 liraya yükseliyor. Çok değil bir yıl sonra1981’de dolar 142 TL’ye kadar yükseliyor.
2001 Mart ayında yaşanan tezkere krizden sonra ise yine dövizle cezalandırılmıştık ve 1 dolar, 1 milyon 250 TL olmuştu. 2013’ten bu yana artık krizlerin arasında yıllar değil aylar gelmeye başladı ve hem sıklığı hem de şiddeti giderek artan saldırılara karşı direniyoruz.
Bugün de adı “Rahip Brunson” olan bir ABD krizi yaşıyoruz ve yine dolar yükseliyor. Bugün de aynı dünküler gibi krizlerin önde görünen bahanesiyle arkada yatan asıl istekleri çok farklı. ABD hâlâ istiyor, pervasızca istiyor ve kabul etmezsek doları yükseltiyor. Bu sefer değişen dünyayla birlikte ABD’nin de istekleri değişmiş durumda. Ne istiyor peki? “Faizleri yükseltin” diyor. “Benim elimde sermayem var, o sermayeyle geldiğim zaman paradan para kazandığım sistemim devam etsin” diyor. Eğer faizler düşükse elinizde sermaye olmasının bir anlamı olmaz; çünkü faiz yoksa servet değersizdir. Serveti kıymetli yapan şey faizdir. Faiz yoksa yatırım yapmak zorundasınız, çalışmak zorundasınız, üretmek zorundasınız, ortak olmak zorundasınız. ABD bunların hiçbirini istemez.
“Doğrudan ve sadece ABD’ye bağlı kalın” diyor. “Asya’da, Afrika’da, Güney Amerika’da işbirlikleri kurmayın” diyor. Bütün bunların yanında her heyete şu şartları dayatıyorlar: “Suriye’den çıkın, Rusya’dan uzaklaşın. Haşhaş, kenevir, ceviz, zeytin, yaban mersini ekmeyin. Akdeniz’de gaz aramayın. Nişasta bazlı şeker kullanın. İHA, SİHA, helikopter, mühimmat üretmeyin. Kudüs hakkında geri adım atıp ABD çizgisine gelin. NATO envanteri dışında silah, örneğin S400 almayın. Dolar dışında başka bir parayla silah almayın. Dolar dışında başka bir parayla ilaç almayın. Dolar dışında bir parayla petrol, gaz almayın. Yerli muadil ilaç üretmeyin. Hastalıklar ve tedavi edici etken madde kataloglarında ABD standartları dışına çıkmayın. Namlu, motor gövdesi, tank paleti gibi ürünler elde edilecek nitelikli çelik üretmeyin, inşaat çeliği seviyesinde vasıfsız çelik üretin. Tavuk, kırmızı et ve yumurta sektörlerinde milli yerli sermayeleri kapatın. 5G’de Asya ile birlikte hareket etmeyin.”
Bu ABD’nin elinde olan istek listesinin sadece küçük bir kısmı. Bunlara ek olarak Pekin/Londra denilen ABD karşıtı klikle yakınlaşmaya karşı tedbirler var. Suud’un İslam âlemine güya liderlik ettiği alt dünya planları var. Derken son tahlilde hepsini yapsanız, birini yapmasanız mutlak düşman olarak ilan edileceğiniz; “Teslim olun Türkiye’nin tapusunu verin” denilen plan üzerinde yürüyorlar.
Bütün bunların yanında Casus Papaz’ın alınmasıyla Deniz Kuvvetleri önünde yapılacak bir törende Trump, “Amerikalı’yı kurtaran lider şovu” yapmayı da istiyor. Öyle ki bu aksiyon, bir Kasım 2018’de yapılacak Kongre seçimleri için planlanmış birkaç büyük propaganda kampanyasından biri şu anda.
Türkiye’nin eli armut mu topluyor?
Bu meselenin birinci ve en önemli ayağı ABD ilk defa bu kadar büyük bir dirençle karşılaşıyor. Siyaset, sermaye, sendikalar, medya, sivil kamuoyu ilk defa bu kadar kenetlenmiş bir halde Amerika’ya karşı sesini yükseltiyor. Hiç kimse “Pazarlık yapalım” demiyor “Herkes ne olacaksa olsun dolardan kurtulalım” diyor. İşte bu ABD’nin 1945’ten beri karşılaştığı ilk direniş. Bu direniş, ABD’nin dolar tahakkümünden rahatsız olan İngiltere, Çin, Rusya, İran Latin Amerika gibi ülkelerden çok dikkatlice inceleniyor. Öyle ki olayın başında Trump’ın destekçisi olan ABD medyası bile son üç gündür “Bu aptalca bir kriz ve ABD’ye kaybettirir” yazmaya başladı. İşte bu sinerji yuan için, sterlin için bir fırsat olarak değerlendiriliyor.
ABD karşılıksız bastığı parayla borçlanan bir ülke. Eğer bu gerçekleşmeseydi dünyanın bütün ekonomistleri şu andaki bu mevcut duruma bir ihtimal bile vermezlerdi. Çünkü bir ülkenin kendi bastığı, üstelik karşılıksız olarak bastığı parayla borçlanması mümkün değildir. Peki Amerika nasıl oluyor da bunu başarıyor? Enerji, silah ve ilaç üçlemesinin bütün dünyada dolar üzerinden dönmesini sağlıyor. Bu hâkimiyet, ABD’yi ayakta tutan istinat duvarı. Türkiye, Rusya’dan rubleyle S400 aldığında ABD’nin yaslandığı istinat duvarını zayıflattı. Çin yatırımlarının dolar yerine yuan ile gelmesi de ikinci adım olacak. Yuan ne işimize yarar? Bankalarda yuan olması, işadamlarının Çin’den hammadde ve yarı mamul alırken ödemelerini o anda TL karşılığında aldıkları yuan ile ödemesi demek olur. Türk bankalarında Rus Rublesi olması da aynı şekilde, tümen ya da riyal de… Bu yayıldığında ABD’nin yaslandığı istinat duvarı çöker. Doları biraz daha yükseltip pazarlık masasına ölüm tehdidiyle oturmayı planlayan ABD’yi bekleyen ters köşelerden bir diğeri de
Her 10 yılda bir, askeri darbeyle terbiye ettikleri Türkiye’yi ellerinden kurtardık. Bunu hep birlikte yaptı Türkiye. Şimdi yine birkaç sene arayla dolarla kamçıladıkları Türkiye’yi de ellerinden kurtarıyoruz. Doların yükselmesinden korktuğumuz ve geri adım attığımız anda boynumuza tasmayı takarlar. 1945 yılından bu yana, “Dolar yükselmesin” diyen hükümetler, tam 16 kere Amerika’ya boyun eğmişler. Hepsinde sonumuz felaket olmuş. Kafamızı eğdiğimiz anda tasmayı takmışlar. 73 yıldır çırpına çırpına bu taslamaları kırıyoruz.
Şimdi ellerinde yeni tasmalarla gelmişler, “Eğ kafanı” diyorlar. Kafasını eğen namerttir. Bu millet çocuklarına sömürge bir Türkiye bırakmayacak…