1930’ların Faşizan Kafası ve “And”ımız Polemiği
2013 senesinde hükümet tarafından kaldırılan ve bir sendika ile çeşitli STK’lar tarafından hukuki mecraya taşınan “ÖĞRENCİ AND”ı polemiği Danıştay tarafından tam beş sene bekletildikten sonra seçimlere birkaç ay kaldığı şu günlerde tekrar gündeme getirildi ve ittifak antlaşması yapan Akparti ile Mhp’nin arası açıldı.
Beş yıl bekletildikten sonra neden seçim arefesi böyle bir karar alındı ve bu kararı alanlar kimlere hizmet ediyor sizin takdiriniz dahilindedir.
“ANDIMIZ” ya da halk arasındaki tabir ile “ÖĞRENCİ ANDI” nedir? Kim tarafından hangi tarihi süreç içerisinde hangi sosyo-kültürel yapı içerisinde yazıldı ve kabul edildi?
Bugün basit bir ezber ve bıktırıcı bir tekrardan öteye varamayan, geçen zaman zarfı içinde anlamını, misyonunu kaybeden ve Türkiye’de yaşayan herkesi bir fabrikadan çıkan tek düze fabrika malı gibi farz edip herkesin alnına aynı etiketi basan “faşizan” düzenin temsilcisi olan ve adına “ANDIMIZ” dediğimiz kelimeler yığını, halkın sindirmek ve sistemin emrettiği şeyi düşünen ve ötesine gidemeyen nesiller üretmeye çalıştı. Ama galiba beceremedi. Becerebildiği tek şey, halkı tekdüzeleştirmek ve ötekileştirmektir.
Yağmur, çamur, kar, güneş demeden okul bahçesinde sıraya sokulmuş öğrencilere yaptırım zoruyla okutulmaya çalışılan yemin metninin tarihî gelişim sürecini kime sorarsanız sorun sanırım net bir cevap alamazsınız. Hatta bu yemin metnine kutsallık vererek kaldırılmasını protesto etmek için eylemlere giden eylemciler dahil kimseden alamazsınız.
İşin tuhafı neredeyse Kur’an ayeti kutsallığı ile savunulun bu “AND” metninin ne Atatürk’le bir bağlantısı var, ne de cumhuriyet geleneği ile. Zira milliyetçi damarların kabarmasına sebebiyet veren bu kutsal and, vakt-i zamanında İstanbul Üniversitesi hocalarını “inkılapçı değil” diye işlerinden edip sokağa fırlatan tek parti döneminin mili eğitim bakanların Reşit Galib isminde birinin ürünü olduğunu acaba hangisi biliyor?
Afet İnan’ın “Atatürk Hakkında Hâtıralar ve Belgeler” adlı kitabına göre devrin ekâbiri 1933′ün 23 Nisan Çocuk Bayramı’nda Çankaya’da toplanmış. Maarif Vekili Dr. Reşit Galip kızları için o gün yazdığı andı uzatmış Afet İnan’a. İnan’ın aktardığı metin, bir kelime farkla bizim okuduğumuz andın aynısıdır. Reşit Galip “yurdumu, budunumu özümden çok sevmektir” diye yazmış, zamanla “budun” kelimesi çıkarılmış, yerine “millet” konulmuş. Bu müdahaleden başka İki defa daha değişikliğe uğramış andımız. İlk olarak Ağustos 1972’de ve daha sonra 1997’de yani 28 Şubat döneminde metinde bir oynama daha yapılmış ve uzatılmış. Yani şu an bir grup tarafından dokunulmaz olarak addeden bu metne vakt-i zamanında birileri pekâlâ dokunabilmiş. Demek ki zannedildiği kadar ‘kutsal’ değilmiş.
Prof. Dr. Afet İnan, adı geçen eserin 213.sayfasında Dr. Reşit Galip ve sonraki zamanlarda kutsallaştırılan bu “AND” hakkında şunları yazmıştır:
“1933 yılının 23 Nisan Çocuk Bayramı idi. Dr. Reşit Galip o heyecanla Çankaya Köşkü’ne geldiği vakit, Atatürk’ün yanında bana bir kâğıt uzattı ve şunları anlatmaya başladı. ‘Sabahleyin ilk bayramlaşmayı kızlarımla yaptım. Onlara bir şeyler söylemek istediğim vakit, bir and meydana çıktı. İşte Cumhuriyetimizin 23 Nisan çocuklarına armağanı’ dedi.
Türküm, doğruyum, çalışkanım. Yasam küçüklerimi korumak, büyüklerimi saymak, yurdumu, budunumu özümden çok sevmektir. Ülküm, yükselmek, ileri gitmektir. Varlığım Türk varlığına armağan olsun. Bu sözler, Türk çocukları tarafından o yıldan beri tekrarlanmaktadır.
1930 ile 1945’li yıllar arasında tüm dünyayı “faşizm” tehlikesi kaplamış ve bütün ülkeler kendi çapında faşist olmaya çalışmıştı. Bu seneler içinde Hitler önderliğinde Almanya, Mussolini önderliğinde İtalya, Franko önderliğinde İspanya, Jean Maire Le Pen önderliğinde Fransa ve Hirohito önderliğinde Japonya kelimenin tam manası ile faşizmi dolu dolu yaşıyor ve kendilerinden başka milletleri aşağılık varlıklar olarak görüyorlardı.
Bu moda ne yazık ki bizim ülkemize de 40’lı yıllardan sonra sirayet etmiş ve İsmet İnönü çağdaşı olan diğer liderler gibi “Millî Şef” sıfatını kullanmıştır. Ne var ki bunda yani? Milli Şeflikle faşizmin ne alakası var diyenler olursa hemen cevaplayayım. Alman lider ve insanlık kasabı Adolf Hitler’in lakabı olan “Führer” kelimesinin tam olarak Türkçe karşılığı “Millî Şef”tir. Yani Alman faşisti Nazi lideri Hitler’de kendi ülkesinin “Milli Şef’idir. İşte tam bu senelerde her alanda biz de Almanya ve İtalya ile çok samimi bağlar kurmaya onlarla dostane görünmeye başladık.
O senelerde Türk gazeteleri İtalya’ya İsmet Paşa’nın selamını gönderiyor Alman Hitler ile dost olduklarını gizlemiyorlardı. Beyoğlu semtinde kollarına taktıkları siyah bantlarla Türkiye’de yaşayan ve Levantenler olarak tanımlanan azınlıklar rahat rahat Alman ve İtalyan faşizminin reklamını yapıyor, sloganını atıyorlardı. İşte her kademedeki öğrencilere şapka giyme zorunluluğunun getirilmesi, her sabah söylenmesi mecburi tutulan öğrenci antları, askeri nizamla yürütülen milli bayram törenleri bizlere o dönem faşist dünyasından geçen davranışsal refleks hareketlerinden sadece bir kaçıdır.
Ne yazık ki, bugün yani yazılışından ve demode olmasından şu kadar sene geçtikten sonra bile kaldırılması ciddi eylemlere sebebiyet veren bu and merasiminde “Türk” ırkı üstün görülerek övülüyor ve imparatorluk bakiyesi olarak varlığını koruyan bu ülkede yaşayan diğer milletlerin insanları “Türk varlığına armağan” ediliyor ve “Ne mutlu Türküm diyene!” sözleriyle günlük merasim tamamlanıyor. Bu sözlerle acaba “Türksen çalışkansın, doğrusun; ama değilsen tembelsin, eğrisin” mesajı mı verilmeye çalışıldı senelerce?
Türkiye’nin o gün ve hergün ırkçı söylem ve uygulamaları resmi tarihçiler ve düzen yanlıları tarafından hep “Atatürk milliyetçiliği” kapsamında ele alınmış ve ırkçı olmadığı iddia edilmiştir. Bu Kemalist zevata göre “Atatürk milliyetçiliği” etnik kökene dayalı bir milliyetçilik değildir; ırk, din, dil, ayrımı yapmaz. Oysa gerçeklik hiç de böyle değildir. Mustafa Kemal’in millet ve milliyetçilik hakkındaki sözleri de, uygulamaları da bunun kanıtıdır. M. Kemal birçok konuşmasında Türklerin üstün ırk olduğunu ve Türkiye sınırları içerisindeki herkesi Türk kabul ettiğini belirtmiştir. Kemalizm’in önde gelen bir başka temsilcisi olan eski Adalet Bakanı Mahmut Esat Bozkurt ise, Türk olmayanlara sadece hizmetkârlığı layık gördüğünü açıkça söylemiştir.
Bu anlayış bir yönüyle de Batı karşısında duyulan kompleksin sonucudur. Bu kompleks nedeniyle, Türk ırkının üstün ırk olduğunu, Hititlerin, Sümerlerin, ve hatta Yunanlıların bile Türk kökenli olduğunu iddia eden Resmi Türk Tarih Tezi ve bütün dillerin Türkçeden türediğini “kanıtlayan” Güneş Dil Teorisi ortaya atılmıştır. İşte bu fikriyatın sahipleri, “yüce Türk Milleti”nden olmayıp diğer etnik kökenden gelen vatandaşları da dışarıda tutmuyor ve büyük bir cömertlikte onları da Türk olarak kabul ediyordu.
‘Öğrenci Andı’nı savunanların savunmalarında yer alan gerekçelerden biri de diğer devletlerde de benzer marşların ve törenlerin olduğudur. Oysa bu tür ırkçı uygulamaların başka ülkelerde 1960’larda kaldırıldığının bilinmediği ve hatta araştırılmadığı gün gibi açıktır.