Anadolu halkı kırmızı çizgilerine dokundurmaz
Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed’in (sas) dünyaya teşriflerini andığımız bir haftanın içindeyiz.
Türklerin İslam’ı kabulleriyle birlikte ortaya koydukları yaşam pratiklerinde; Peygamber sevgisi, hürmeti ve bağlılığı çok üst düzeyde yaşanan toplumsal bir duygudur.
Bu duyguyu biz yaşıyoruz fakat dışarıdan da fark edilen bir halet-i ruhiyedir bu… Öyle ki; dünya çapında ünlü bir modern dansçı iken Müslüman olan Rabia Christine Brodbeck ile olan söyleşimizde bunu daha çok fark ettim. Rabia Hanım Müslüman olduktan sonra hayatını değiştirmiş ve İstanbul’da yaşamaya başlamıştı. Bir gün ona sordum: “Onca ülke gördün, pek çok İslam şehrini gözlemledin. Neden yaşamak için Türkiye’yi seçtin?” Bana verdiği cevap çarpıcı idi : “Türklerin Muhammed (sas) sevgisi beni çarptı. Anadolu’nun Peygamber sevgisi çok başka, hürmetleri çok farklı. İşte bu nedenle Türkiye’deyim.”
Şimdi bu sevginin başka bir yansımasına bakalım.
Süleyman Çelebi’yi Mevlid-i Şerif’i yazmaya iten motivasyon nedir?
Toplumumuzda Efendimiz Aleyhisselam’a olan sevgimize halel getirecek hiçbir uygulamaya, toplumsal bir refleks olarak müsaade edilmez. Bu açıdan çok çarpıcı bir örnekliği arz etmek isterim. Efendimiz Aleyhisselam’ın doğumunu anlatan metni büyük bir aşkla yazmış olan Süleyman Çelebi’nin Mevlid-i Şerif’i yazma nedenini aktaracağım sizlere. Bir gün tefsir ilmini bilmeyen bir vaiz Bursa Ulu Camii’nde hitap ederken peygamberleri anlatan bazı ayetleri yanlış yorumlar ve “Ben Hz. Muhammed’i Hz. İsa’dan üstün tutmam!” der. Bunun üzerine Süleyman Çelebi, Bakara Suresi’ndeki 253. ayeti zikreder: “İşte, bu peygamberlerdir ki biz, onların bir kısmını bir kısmından üstün kıldık.” Süleyman Çelebi bu ayetle birlikte Hhcanın hatasını düzeltir ve bir yanlışı ortadan kaldırır. Bu olaydan çok etkilenen Süleyman Çelebi daha sonra Hz. Muhammed’e (sas) olan güçlü muhabbet ve bağlılığını satırlara yansıtır. İşte asırlardır yazandan, söyleyene, söyleyenden dinleyene güçlü bir duyguyu haleler halinde yaşatan Mevlid-i Şerif metni, bu motivasyonla ortaya çıkmıştır. Anadolu halkı için çok özel olan bu metin 15. yüzyıldan bugünlere kadar en özel günlerimizde nesilden nesile aktardığımız adeta kültürel bir miras özelliğini almıştır.
Bazı ilahiyatçıların “Arap” söylemi
Bu toprağın insanının yüreğine mıhlanmış bir aşktan bahsettik. Bu duygunun aynı zamanda toplumsal bir karşılığı da var. Hazret-i Peygamber (sas) sevgisi, Anadolu toprağını paylaşan toplulukları birbirine bağlayan bir tutkal, bir çimento işlevi gören vazgeçilmez bir varlık anlayışına dönüşmüştür. Buradan hareketle son haftalarda gündem olan bazı konulara dair, sonda söyleyeceğimizi başta söyleyelim: Son haftalarda ‘tartışmaya açma’ cüretinde bulunulan ezan da, Efendimiz Aleyhisselam’ın şahsı, mirası ve emanetleri de bu milletin kırmızı çizgisidir.
Milletin noktayı koyduğu ezan tartışması sonrası tedavüle sokulan bir video kaydı dikkatimi çekti.
Bir akademisyen ilahiyatçımızın alaycı ve aşağılayıcı yorumlarıyla dillendirdiği ’Arap’ söyleminden bir Müslüman olarak çok rahatsız oldum. ilahiyatçı profesöre göre; cennetin tasvirini Arap zihni üzerinden okuyanlara prim vermemeli, “yerel içerikli” ayetleri tefsir ederken dikkatli olunmalı. Bu argümanı açıklarken de Arapları bir vasat olarak değerlendiren hoca, kendini, dinleyen kitlesini ve bu kitlenin mensubu olduğu milliyeti daha üst bir katmana yerleştiriyor, Araplar’ın cennet algısı ve anlayışını ise küçümsüyor, alay ediyor. Dinde ilim yapmak kıymetli bir iştir ancak bu yapılırken kültürel değerlerimiz de göz önünde bulundurulmalıdır. Anadolu halkı Efendimiz Aleyhisselam’a (sas) olan muhabbetinden dolayı asla ve kat’a Araplar’a aşağılayıcı sözlerde bulunmaz. Bunu edebin bir yansıması olarak görür. Sanırım Araplar’ı aşağılamadan da cennet hayatı tefsir edilebilirdi. Şu aşamada bazı ilahiyatçılarımıza değerlere saygılı olma yönünde bir davet yapmamız gerekmekte.
Yazıyı bir hadis-i şerif ile bitirelim: Allah’ım, faydasız ilimden, ürpermeyen kalpten, doymak bilmeyen nefisten ve kabul olunmayan duadan sana sığınırım.