Nereden çıktı bu cemaatler, tarikatlar?
İslami cemaatler üzerinden hiç de iyi niyetli olmayan bazı tartışmalara şahitlik ediyoruz.Bu tartışmalarda“cemaatler yasaklansın” diyerek baskıcı rejim dönemini hatırlatan söylemler duyuyoruz. Demek ki bu topraklarda dini yaşam pratiklerinin önüne geçilmesini isteyen bir kesim hala varlığını sürdürmeye devam ediyor. Dinle meselesi olan bu kesim,FETÖ’yü de bahane ederek tüm cemaatlerin (seküler olanlarını ayrı tutuyorlar) baskı altına alınmasını istiyor.
Algı oyununa gelmeyelim. FETÖ tarikat falan değildi. Grubunu bir sivil toplum girişimi olarak tanıtıyordu. 2013 itibariyle açığa çıktığı üzereFETÖ, bir ABD projesiydi ve 15 Temmuz gibi hain bir darbe girişimiyle sonunu getirdi. Bugün tartışmalara konu olan İslami cemaatler ise o gece,FETÖ’nün karşısında devleti uçurumun kenarından alan halkımızın içindeydiler. 15 Temmuz gecesinde pek çok tarikat mensubunu, halkı motive eden manevi önderler olarak gördük. Dolayısıyla sap ile samanı karıştırmamak lazımdır.
Nereden çıktı bu cemaatler, tarikatlar? Sorusuna cevap arayalım.
Cemaatler Türklerin iki bin yıllık tarih yolculuğu içinde Semerkant ve Buhara’dan getirdiği irfani derinliğin bu çağda ve koşullarda yeni formlarla neşv-ü nema bulduğu gruplardır.Bizi biz yapan bir unsurdur.Önce Anadolu sonra üç kıtaya yayılan coğrafyanın çimentosu olarak tasavvufi anlayışın fethettiği gönüller gerçeği vardır. Osmanlı’da dergahların misyonunu iyi anlamak lazımdır.
Günümüze geldiğimizde;sekülerizmin küresel etkileri ne yazık ki toplumumuzu kuşatmıştır.Dindar yaşam tarzı dejenere olmaktadır. Namaz kılma oranı düşmekte, tesettür normları esnetilmektedir. Genç, dindar erkeklerin baktığı eş adayında, dindarlık artık ilk kriter değil. Dolayısıyla topluma; “Ey iman edenler! Allah’a, peygamberine, peygamberine indirdiği kitaba ve daha önce indirdiği kitaba iman edin.” (Nisa-136) ayetini hatırlatacak ve İslami anlayışı kalplere nakşettirecek tasavvufi anlayışa ihtiyacımız, her zamankinden daha fazladır.
Tasavvufi yaklaşımın, tarikatların toplum katmanlarına iki yönde etkisi olur.
1- Tasavvuf; eğitimli kişilerin zihinlerindeki, pozitivist bilim anlayışının aşıladığı zehri temizler. Okuyan, araştıran “bilgili” kesimin duygu dünyasındaki manevi açlığa ‘gıda’ olur.
2- Dini bilgisi çok sınırlı olan, eğitim seviyesi düşük geniş halk kitlelerine İslami bilgiyi / yaşam tarzını, edep-adap ve erkanı öğretir.
“Bu işleri Diyanet yapsın” demek sahici değildir. Toplumun realitesi yüzyıllardır dergahların yolunu takip eder.İnsanlar mizaçlarına göre gruplara, cemaatlere dahil olabilirler. Veya hiç tercih etmeyebilirler. Tüm bunlar ‘inanç ve özgürlükler’ kapsamına girmektedir.
Diyanet toplumun seviyesine inebilmiş değildir. Toplumun Diyanet’e saygısı ve güveni vardır fakat belki de devlet kurumu olması hasebiyle çoğu zaman soğuk bulmaktadırlar. İrfani bilgi de zaten doğası gereği devlet kurumlarından aktarılamaz. Sonuç olarak Diyanet’in görevi ve işlevi farklıdır, tarikatların farklı.
YANLIŞ VE DOĞRULAR
“Cemaatler yasaklansın” demek; Yanlış.
Cemaatlere bile isteye operasyon çekmek, tarikatları sapık bir oluşum gibi göstermek; Yanlış.
İşe alımlarda liyakatten önce cemaat mensubiyetini gözetmek; Yanlış.
İş tesliminde liyakati yeterli olduğu halde “bu kişi, şu tarikata üyedir, almayalım” demek; Yanlış.
Diyanetin ‘itikadı bozan cemaatlere’ karşı toplumu uyarması; Doğru.
Devletin paralel yapı oluşturma gayreti olan seküler veya dini gruplara karşı teyakkuzda olması; Doğru.