Yuh olsun size…
17 Ağustos Depremi’ni bütün boyutlarıyla yaşayan bir kişiyim ben. Sakarya’da günlerce kaldım. Çadırda yattım. Enkaz üzerinde çalıştım. Ölüler için kireç taşıdım. Ceset kokusu sindi üzerime. Ankara’ya döndüğümüzde aracımızdan günlerce gitmedi o koku.
Depremin 5. günü ANAP Sakarya Milletvekili Mümtaz Özkök’ün yeğeni Çiçek Kurani’yi çıkardık enkazın altından. Mezarı bile kazılmıştı. Biz O’nu ölü bekliyorduk. Ama çok şükür sapasağlamdı, böbreklerinde de en ufak bir hasar yoktu.
Kendimiz yaptık bütün bunları biliyor musunuz? AKUT, ambulansla son anda gelip Çiçek’i sedyeye aldı.
Baştan itibaren yaralı ve ölüleri büyük ölçüde kendi imkânlarımızla enkaz altından çıkardık. Çünkü, çökmüştü her şey. Devlet de enkaz altında kalmıştı.
***
Deprem haberini alır almaz yola çıktım…
Önce Sakarya’ya gittik, giremedik şehre. Saçılan bina yıkıntıları yolları kapatmıştı. Enkaz altlarından iniltiler geliyor, ama hiçbir kurtarma çalışması yapılmıyordu.
Sonra Gölcük’e geçtik. Yakınlarımız vardı orada. Evleri büyük hasar görmüştü, ama içinde de çevrede de kimse yoktu. Telefonlar çalışmıyordu, bulamadık onları.
Ankara’ya döndük, hazırlık yapıp, tekrar gittik.
Mübalağa etmiyorum, hiçbir şey yoktu. Haberleşme şebekesi çökmüştü. Yollarda tam bir keşmekeş yaşanıyordu, arapsaçına dönmüştü. Ambulanslar bile o karmaşanın içinde çakılıp kalmıştı. Hareket edemiyorlardı.
Herkes yıkılan binasının enkazında çalıştırmak üzere iş makinesi arıyordu. Ama o makineler park yerlerinde boş yatıyordu. Çalıştıracak, harekete geçirecek operatör bulunamıyordu.
Yardım kuruluşlarının kapılarında kilit vardı, hiç açılmamıştı. Herkes kendi derdine düşmüştü çünkü. Onları harekete geçirmek için gerçekleştirilen herhangi bir organizasyon yoktu.
İnsanlar, para ile iş makinesi kiralıyordu.
Ölü soyucu ahlaksızlar, yıkıntıların arasında kol geziyor, değerli eşya arıyordu. Yakalananlar öldüresiye dövülüyordu.
Devlet, ancak olaydan birkaç gün sonra kendine gelip, bazı organizasyonlar yapabildi.
Buna karşılık, çevre illerden gelen hayırseverler, ilk andan itibaren oradaydılar. Kimi sakalık yapıyor, su dağıtıyordu. Kimisi de depremzedelere ekmek taşıyordu.
Devlet yokluğunda iç acıtan görüntüler vardı. Ama sustuk, sineye çektik. Bağırıp çağırıp, bozgunculuk yapmak, sıkıntıyı daha da büyütmek yerine o boşluğu bizler doldurmaya çalıştık.
***
Elazığ Depremi’nde ise, devlet ilk andan itibaren oradaydı. Üç bakanla birlikte devletin başı da bölgeye koşmuştu.
Organizasyon muhteşemdi.
Ekiplerin başında, acıları paylaşırken gözünden yaşlar dökülen bir Cumhurbaşkanı ile canlı yayında gözyaşlarını tutamayan bir İçişleri Bakanı vardı. Dağ gibi bir yapı o insanların arkasındaydı.
Ve bozguncular çıktı ortaya…
Acılar üzerinden siyasi rant devşirmeye kalktılar. 17 Ağustos Depremi’nde enkaz arasında dolaşıp, ölüleri soymaya çalışan vicdan yoksunu ahlaksızlardan hiçbir farkları yoktu.
Gerçekleri çarpıttılar, insanları kışkırttılar, iğrenç bir görüntü ortaya koydular…
Söylenecek çok şey var, ama…
Şimdilik, “Yuh olsun size. Yüz kere, bin kere yuh olsun” demekle yetiniyorum.