Ayasofya’da devletin devamlılığı
Seha L. Meray hocamızın devlet hukukunu anlatırken kullandığı, aktarmaya çalıştığım “hükümranlık” ilkesinin dışarıya karşı beyan edildiğini belirtmemiz lazım. Devletin dışarıya karşı hukuku açısından bir sorun olmadığı örneğin Dışişleri Bakan Yardımcısı Sergey Verşinin’in “Ayasofya Türkiye’nin iç meselesidir” sözüyle bunu ifade etmiş oldu.
Bir de meselenin içeriye bakan tarafı olmalı. CHP sözcüsü Sayın Faik Öztrak, “Yıkılmış Osmanlı hukuku” ve “yok olup gitmiş padişah iradesi” kavramlarına yer verdiği açıklamasıyla, (parti genel başkanının itiraz etmeyeceklerini ifade ettiği) Ayasofya’nın “açılmasına” bir tür hukuksuzluk atfetmiş olması, meselenin “iç hukuk” boyutuna önem kazandırmış oldu.
Danıştay 10’ncu Dairesi’nin 2595 sayılı kararında, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 2007’de aldığı 310 sayılı kanuna gönderme yapılıyor. Yargıtay’ın artık yasa hükmünde olan bu kararına göre, genç Cumhuriyet’in İsviçre Medeni Kanunu örnek alınarak 4 Ekim 1926 tarihinde yürürlüğe konulan 743 sayılı yasaya göre, bu yasayla düzenlenmeyen ama Osmanlı döneminde düzenlenmiş olan bir mesele, Osmanlı hukukuna göre hükme bağlanır. Yani Sayın Öztrak’ın ifade ettiği gibi, ortada “Yıkılmış Osmanlı hukuku” ve “yok olup gitmiş padişah iradesi” yoktur. Hem Osmanlı yasaları hem de bir vakfa yönelik ise kendileri yok olmuş olsalar da Osmanlı devlet başkanlarının iradeleri, yeri geldiğinde halen geçerli sayılmak zorundadır.
Danıştay da Ayasofya’nın cami olarak kullanılması ve bu caminin bakım ve onarımının sürekli sağlanabilmesi için çevresindeki dükkânların “gelir getiren vakıf” (hayrat) olarak tescil edilmesi iradesinin, 1936 yılında Fatih Sultan Mehmet Vakfı adına Türkiye tapusuna aktarıldığına dikkat çekiyor. Nitekim 1935 tarihli Vakıflar Yasası ile onu yenileyen 2008 tarihli yasa, Osmanlı dönemine ait hayrat vakıflara ait malların alınıp, satılmasını, istimlak edilmesini yasaklayarak, Osmanlı döneminde hayrat tesis eden iradelerin tesis edenin “yok olup gitmesi” ile yok olmayacağını kayda almış bulunuyor.
Bu açıdan bir diğer -belki de siyaseten çok daha- önemli nokta, başta Avrupa konuları olmak üzere uluslararası hukuk çalışmalarıyla tanıdığımız genç kardeşimiz Cüneyd Er’in sosyal medya paylaşımıyla hatırlattığı noktadır. Türkiye, bugün Danıştay’ın da paylaştığı mantıkla, neredeyse on yıldır, azınlık vakıflarının el konmuş olan, sayıları binlere ulaşmış taşınmaz mallarını geri veriyor.
Cumhuriyet hükümetleri, sadece Hıristiyan ve Musevi cemaatlerinin (tapuya tescilli olmasa bile, geçerli tanık ifadeleri ve diğer unsurlarla ispatlanan) vakıf mallarını iadeyle kalmıyor, bu arada hayratı kesildiği için hizmeti aksayan vakıflara tazminat da veriyor.
Yine Seha hocanın devletler hukuku derslerindeki bir başka özdeyişi geliyor kulağıma: Devlet daima devamlıdır. Bu devlet olma şuuru, Türk ulusunu “Devlet ebed müddet” ilkesiyle hep var edegelmiştir. Yazar ve gazeteci, aziz dost Ahmet Tezcan’ın ifadesiyle, “Şuurun kadar büyüksün, ülken de sen de!”