Murat 124’e neden Hacı dendi?
“Hacı” unvanı bizde çok önemlidir. Kelime olarak “Hacca giden kimse” manasına gelse de tasavvufta, “Hacca gidecek kadar zengin ve Hacca gitmiş olmakla birlikte gönlü de zengin bir âşık” anlamına gelir. Maddi durumunuz iyiyse Hacca gitmeniz İslam’ın şartı olarak koşulmuş, aksi takdirde böyle bir şart yok! İslam öyle güzel bir din ki daima kolaylaştırma peşinde! Üstelik ölçüler, niyetler, ameller hep bir adalet dengesi içinde!
Bir adamın 500 koyunu varsa ve bunun 10 tanesini bağışlıyorsa, başka bir adamın 10 koyunu varsa ve bunun 5 tanesini bağışlıyorsa; burada 5 rakamı 10’dan büyük oluyor. Çok ilginç ve güzel!
Hukuki konularda da bu böyle! “Eşitlik” her zaman “denklik” değildir. Adaletin olmadığı yerde eşitlik yanlış sonuçlar doğurabilir.
Milletimizin sevdiğim yönlerinden biri de hiçbir zorlamaya gerek duymaksızın pratik oluşudur. Tüm misalleri, hikâyeleri, destanları bizzat hayatın içinden alınmıştır. Bizdeki bazı destanlarda “çocuğa isim” koymak için bile acele edilmez, hayatın akışı beklenir.
Murat 124 otomobiller 1970’li yıllarda Türkiye’de üretilince bu araçla “ilk kez” Hacca gidenler oldu. Böylece aracın içindekiler birer “Hacı” olurken milletimiz bu araca da sırf o beldelere gittiği için “Hacı” unvanını verdi. Kendiliğinden, zorlama olmadan..!
Türkiye’de bir vakitler 135 bin adet Murat 124 araba vardı, şimdi nesilleri tükenmek üzere; ama üzgün değiliz, çünkü alternatifimiz var hem de direkt içimizden!
Tüm bunları TOGG marka yerli otomobili düşünürken yazdım. İçimde “tarifli bir sevinç” var. Tüm sevinçlerimiz “tarifsiz” olacak değil ya azıcık da tarifli olsun!
Dünyanın dört bir yanında Amerika, Japonya, İtalya, Almanya, Fransa, Güney Kore markalı araçlar yollarda dolaşırken “Türkiye markasının olmaması” büyük eksiklikti. Nihayet bu eksiklik son bulacak ve TOGG yakın zamanda yollara çıkacak. Aracın parçalarında yüzde yüz yerlilik şart değil, önemli olan marka ve pazar payı! Marka yüzde yüz yerli! Bundan böyle “Adamlar yapmış abi” ezikliğinin son bulacak olması bile başlı başına değer arz ediyor.
Sadece yerli otomobil değil diğer pek çok alandaki gelişmeler de sevincimizi artırıyor.
Ak Parti adına değil “büyük ve güçlü Türkiye” adına seviniyoruz.
Zira partiler bir sonuç değildir; partiler hedefe giden yolda birer sebeptir. Partiler kutsal değildir; kutsal yol için birer araçtır.
Teknolojik ve ekonomik gelişmelerin yanında sosyolojik gelişmeler de önemli! Barolar Birliği’nin imparatorluğuna son verilmesi önemli bir gelişmedir, şimdi diğer oda ve birliklerin hegemonyası bitecek! Onlar “tek güç” olmak istiyor, biz ise “alternatifler olsun” diyoruz. Lafa gelince biz diktatörlüğü destekliyoruz, onlar özgürlükçü oluyor. Oh ne güzel, tavuk suyuna çorba!
Recep Tayyip Erdoğan bu açıdan partiler üstüdür. Diyeceksiniz ki “Ama efendim o hali hazırda AK Parti Genel Başkanı” iken nasıl partiler üstü olur? O vakit ben de size “Oruç Reis” Sismik Araştırma Gemisi’ni işaret ederim; ama anlamak istemeyene anlatmak imkansız! PKK, YPG ve DAEŞ terörünün belini kıran, Türkiye’nin doğal sınırlarını hatırlatan ve koruyan, ayaklarımıza vurulan prangaları kıran Erdoğan’ın partiler üstü olduğunu dünya liderleri bile anladı. Anlamak istemeyenler kimlerle kol kola giriyor, kimlerle toplantılar düzenliyor, IMF’lere nasıl güzellemeler düzüyor; hepimiz görüyoruz!
Hepimiz bir tarihi dönemin şahitleriyiz!
“ALTAN TAN VE ZAMANLAMA”
Altan Tan; “HDP’nin PKK ile bağı gizlenemez” dedi. Doğru söylüyor lakin bu doğruyu “HDP milletvekili” sıfatını hâlâ üzerinde taşıyorken yapsaydı daha anlamlı olurdu. “Türkiyelileşme” tartışmaları “çözüm süreci döneminde” yapıldı. Süreci bitiren HDP’li siyasetçiler oldu. Türk-Kürt tüm toplumun sabırla beklediği şey PKK’nın silah bırakması ve milletin arasından çekilmesiydi. MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli; “Çözüm süreci toplantılarını protesto edin ama daha ileriye gitmeyin” talimatı verdi. Otellerde düzenlenen toplantıları en çok MHP protesto etti ama şiddet dilini kullanmadı, toplantıya katılanları değil PKK’yı hedef aldı. MHP’nin dahi sürece bu yönüyle katkı verdiği söylenebilir. Onlar da PKK’nın silah bırakmasını sabırla bekledi.
Şahsen çözüm sürecini; “Mehmetlerimiz artık kalleş kurşunlara hedef olmasın, karakollarımız basılmasın, Kürt kardeşlerimiz köylerini terk etmek zorunda kalmasın, Batı’nın kontrolündeki katiller sürüsü aradan çekilsin” diye destekledim.
Altan Tan ise çözüm sürecini kana bulayan bir partinin vekili olmayı tercih etti. Şimdi söylediği sözler elbette doğru; lakin sözünün etkisini artıracak kuvveti ve cesareti kendisinde artık yok!