Montrö Boğazlar Sözleşmesi iptal edilebilir mi?
Montrö, Sevr, Lozan konusu ne vakit açılsa, “Türkiye’nin uluslararası güvenliğini tehlikeye atıyorsunuz, ülkeyi işgale açık hale getiriyorsunuz” diyenler çıkıyor. Bu antlaşmaları “Türkiye’nin tapusu” olarak gösterenler var.
Antlaşmalar Batılı devletlerle yapıldığına göre öz ülkemizin tapusunu bize onlar mı verdi? Onların verdiği tapu bizim için “tehlikesiz işler” statüsüne mi giriyor?
Alpaslan Anadolu’ya girerken, Osman Bey devlet kurma girişimlerine başlarken, Fatih İstanbul’u fethe çıkarken “tehlikeli işler yapıyorsun” diyenler olmuştur. Recep Tayyip Erdoğan da Türkiye’yi doğal sınırlarında tam bağımsız, güçlü ve küresel liderlerden biri yaparken “Aman ha Cumhurbaşkanı olma” diyenler gibi “Aman ha o işlere girme” diyenler çıkıyor. Başkan Erdoğan bu işlere giriyorsa milletten aldığı yetkiyle “milli menfaatler” için giriyor.
Sevr, Lozan ve Montrö’yü feshetmek mümkündür. Bu yetki “millet tarafından” Cumhurbaşkanı’na verilmiştir. Bu antlaşmalar “Avrupa Konseyi Sözleşmesi/İstanbul Sözleşmesi” gibi değildir. İstanbul Sözleşmesi’nin 80. maddesi doğal fesih hakkı veriyordu. 73. maddede “Sözleşme hükümleri, kişilere daha uygun haklar sağlayan iç hukuk hükümlerine halel getirmez” diyor. Birilerinin dediği gibi bu sözleşme iç hukukumuzun üstünde değil! Lozan, Sevr ve Montrö ise bu sözleşmeden farklı!
Söz konusu antlaşmalardan çıkmak da “kesinlikle mümkün” olmakla beraber bunun ön hazırlığı yapılmadığı takdirde taraf ülkelerden karşı ataklar muhakkak gelecektir. Zaten Türkiye hükümet yetkilileri de “Pat diye çıkalım” demiyorlar, hatta “Çıkalım” da demiyorlar, “Güncelleyelim” diyorlar. Türkiye’nin özellikle 2016 sonrası yaptığı atılımlar bu antlaşmaların “lehimize güncellenmesini” zorunlu kılıyor.
Sevr, zaten “askıda kalmış” bir antlaşmadır. Ağustos 1920’de imzalanan bu antlaşma, Temmuz 1923’te imzalanan Lozan’la beraber geçersiz kaldı. Yani bir antlaşmayı aslında başka bir antlaşma feshetmiş oldu. Lozan’ı askıya alacak olan da güçtür ve bu güçle imzalanan yeni antlaşmalardır.
Bir antlaşmayı ortadan kaldırmanın en iyi yolu “yeni antlaşmalar” yapmaktır.
29 maddelik Montrö’den önce de defalarca “boğazlar sözleşmeleri” imzalandı. Her seferinde statüler değişti. Şimdi Türkiye lehine bir statü gelişebilir ve “Montrö isimli pranga” ayağımızdan çıkarılabilir.
Hülâsa; antlaşmalardan çıkmak ve feshetmek mümkün ve bu bir mücadeleyi, hazırlığı gerektiriyor. Konuşmamız gereken asıl mevzu “Türkiye ne aşamada ve daha ne kadar yolumuz var?” sorusunun cevabıdır.
Birileri “Güçlü Türkiye” istemiyor diye 100 yıl önce imzalanan metinlere mahkûm olmak zorunda mıyız? “Hayaller” şayet “akıldan” beslenmezlerse tozpembe kalmaya mahkûmdurlar! “Kanal İstanbul” ise tam da hayallerin akılla buluştuğu yerdir!
“YENİ ANAYASA VE 2022’DE REFERANDUM”
Yürürlükteki anayasamızın birçok maddesi değişse bile hâlâ üzerinde “1982 Anayasası” yazıyor. Darbenin bu kirli izini silmek için bile yeni anayasa görüşülebilir. Ak Parti’nin 7.Olağan Kongresi’nde Başkan Erdoğan önemli mesajlar verdi. Anayasa çalışmalarının 2022’nin ilk çeyreğinde hızlanacağını belirtti. Her şey halkın önünde olacak ve merdiven altı çalışmalar rafa kalkacak.
Görüyoruz ki CHP, İyi Parti, HDP “yeni anayasa istemiyoruz” şeklinde tam ittifak halinde bulunuyor. TBMM’de uzlaşma çıkmazsa bu iş 2022’nin son çeyreğinde referanduma yani halk oylamasına gider. 2023’le birlikte 1982 darbe anayasasının son izleri de ortadan kalkmış olacaktır.
“HDP RAPORU 31 MART’TA”
Anayasa Mahkemesi Raportörü ile AYM üyeleri 31 Mart’ta görüşmelere başlayacak. AYM raportörü 600 sayfalık iddianamenin “dava açmak için kabul edilebilir” delilleri ile “dava açmaya uygun olmayan” delillerini AYM üyelerine izah edecek.
AYM üyeleri soracak, raportör cevaplayacak.
2008’de Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Abdurrahman Yalçınkaya tarafından Ak Parti’ye açılan davada AYM raportörü 430 delilin 400’ünü çürütmüştü. Çünkü delil diye ortaya “Google’dan kes yapıştır haberler” konmuştu. Tüm dava kalan %7’lik deliller üzerinden yürümüştü. Mayıs 1997’de açılan Refah Partisi davasında ise “soyut irtica” kavramı üzerinden gidilmişti. “İrtica” diye tanımı yapılmamış bir “öcü” vardı.
HDP davası bu iki davadan da çok farklı, çünkü ortada açık ve net “somut terör desteği” görülüyor. HDP davasının kabul edilip edilmeyeceği raportörün izahından sonra netlik kazanacaktır.
Kulislerde; davanın açılacağı ancak sonuçlarının tam olarak kestirilemeyeceği öngörülüyor.
Görüşlerin ağırlık kazandığı nokta devlet yardımının kesilmesi ve bazı isimlere siyaset yasağı gelmesi şeklinde düşünülüyor. Ortak görüş ise HDP davası Avrupa ülkelerinden birinde açılsaydı sonucunun “kapatma” olacağı şeklinde belirtiliyor.