ABD yeniden güvenilir müttefik olabilir mi?
Seçimlere iki hafta kaldı diye mi, Yoksa başka bir sebebi mi var bilemiyorum… Fakat Amerika’da yayınlanan dergilerde, birçok yerli-yabancı, ciddî ya da gayri ciddî makale görülmeye başlandı. “Türkiye uzmanı” olarak geçimini sağlamanın en kolay olduğu ülke ABD olsa gerek; çünkü şu’cu, bu’cu bir çok eleman, herhangi bir üniversite ile şöyle-böyle bir bağlantısı varsa, kendisine bir yerlerde bir masa-sandalye ve köşe bulabiliyor.
Bunlardan birisinde başlık şöyleydi: Türkiye yeniden güvenilir bir müttefik olabilir mi?
Okuyunca anlıyorsunuz ki, Türkiye yeniden güvenilir bir müttefik olabilir; ancak bunun için “İslamcı yönetim” gitmeli, yerine tekrar NATO ilkelerine sadık bir hükumet gelmelidir. Böylesine sakat bir önerme ve ön-kabul üzerine inşa edilen yazının çok sözünü etmek bile abestir.
Ama başlığına bakınca, son yazımda aktardığım, gerçekten bir Türkiye uzmanı sayılması gereken Nicholas Kass’ın Amerikalı emekli general ve Orta Doğu’daki Amerikan kuvvetlerinden sorumlu CENTCOM’un komutanlığından geçenlerde ayrılmış olan Kenneth F. McKenzie’nin “ABD Suriye ve Irak’ta varlığını ve DAEŞ’in geri kalan birimlerine karşı operasyonda Suriye Demokratik Güçleri (SDG) ile ortaklığını süresiz sürdürmelidir” tezine karşı kaleme aldığı ayrıntılı makaleden doğan soruyu sormadan edemiyorum:
ABD, 1950‘lerde (gerçek veya nazari) Sovyet tehdidine karşı NATO’da omuz verdiğimiz, eski güvenilir müttefik olabilir mi?
Acil yerine getirilmesi gerektiği NATO tarafından da kabul edilmiş olan, Türkiye’nin hava savunması için gerekli, müttefiklerimiz tarafından (parasıyla!) sağlanmasını istediğimiz sistemleri alamadığımız için Rusya’dan S-400’leri aldık diye bir anda güvenirliğimiz sorgulanır ve bu konuda destan gibi makaleler yazılırken, bu Türkiye uzmanlarının aklına gelmeyen soru, sanırım bu güvensizliğin iki taraflı olabileceği. Türkiye, NATO ortaklarından hava savunma sistemi istiyorsa (sebebini değerlendirmek onların üstüne vazife değil) ve alamıyorsa, o noktada NATO güven veren bir ittifak olma niteliğini yetirmiş demektir. Ancak yine de Türkiye, NATO’nun isteyen ülkeyi üye olarak kabulü öngören Açık Kapı ilkesine bağlılığını, Finlandiya ve İsveç’in üyeliğini onaylayarak gösterdi.
Peki, NATO ve onun iplerini elinde tuttuğunu herkesin bildiği ABD, Türkiye’nin yeniden güvenini kazanmak için ne yaptı? Kass’ın sözünü ettiğim makalesinde, SDG’nin açık ve seçik bir PKK kolu olduğundan söz ederken şöyle bir ifadesi var:
“Kurumsal Amerika’nın SDG hakkındaki, ya kasıtlı ya da ihmal sonucu eksik bilgi vermesi ve yanlış yönlendirmesi, Suriye’de ve başka yerlerdeki askeri varlığının sebebi olan stratejik miyopluk ve istikrarsızlaştırıcı etkinin bir devamıdır.”
Yani ABD kurumları, ki burada savunma ve diplomasi yapısını anlamalıyız, kasıtla veya yaratacağı etkiye aldırmadan, ya önünü göremediği için ya da istikrarı bozmak amacıyla, istediği anda ve istediği ortağına yalan, yanlış, eksik bilgi verebiliyor.
Kass’ın 31 yıllık hizmetinin hangi kurumlarda geçtiğini hatırlarsak, bu ifadeyi okuduktan sonra, olup bitenlere bakarak, ABD’nin yeniden güvenilir bir müttefik olup olamayacağı sorusunu cevaplamanın kolay olmadığını söyleyebiliriz.
Böyle dost, düşman başına…