Afganistan’da maalesef dün dündür, bugün bugündür
Afganistan’ın ABD tarafından işgalinin ve El Kaide ile birlikte Taliban’a karşı başlattığı savaşın 20 yıl, Soğuk Savaş çerçevesinde Sovyetler Birliği’ne karşı verilen savaşta mücahitlere verdiği desteğin ise 40 yıl sonrasında ABD yeniden Taliban’la iş birliği içinde. Sovyetler Birliği’ne karşı zafer kazanan ve kahraman olan Afganlar ise bugün bir yandan Rusya’dan destek istemekte, öte yandan DEAŞ ile iletişim halinde… Ne garip ve ne trajik değil mi?
Nereden başlasak… Nasıl anlatsak… Afganistan’ın kitaplara sığmayacak yakın tarihini ve bugüne gelen olaylar silsilesini, Türkiye’deki basit okumaların birkaç adım ötesine taşıyabilmek için nasıl bir özet çıkarsak… Ama mecburuz… ABD’nin Afganistan’ı işgal etmesinin 20 yıl sonrasında çıkış sürecini ve ülkede bugün yaşananları değerlendirebilmek, mevcuttaki içler acısı ve giderek kötüleşen insani durumu yorumlayabilmek için önce geçmişe bakmak, ne olduğunu hatırlamak gerek…
Hiçbir konuda hemfikir değildiler
Taliban’la onca yıl savaşmışken, Aralık 2001’de ünlü TIME dergisinde “Taliban’ın sonu yakın” kapakları basılmışken, bugünün ışık hızıyla yaşanan gelişmeleri doğrultusunda Taliban göz açıp kapayıncaya kadar Afganistan’ı yeniden ele geçirmişken, bir önceki başkan Donald Trump’ın “Bitmeyen savaşlar bitmeli” diyerek Taliban ile anlaşma masasına oturmasıyla, Şubat 2020’de çekilme anlaşmasına varmasıyla, hiçbir konuda Trump ile aynı fikirde olmamayı seçen yeni Joe Biden yönetiminin çekilme sürecini sürdürmesiyle ve arkasındaki nedenleri sadece DEAŞ ve El-Kaide ile açıklamaya çalışmakla olmuyor. Önce geçmişe gidip iz sürmek, sonra bugüne bakıp gelecek projeksiyonu yapmak gerekiyor.
Mezarlık mı beşik mi?
Geriye bakarken elbette kimilerinin “İmparatorlukların Mezarlığı” kimilerinin ise aksine “İmparatorlukların Beşiği” olarak nitelediği Afganistan’ın 100 yıl öncesine, “Afganistan’ın Bağımsızlık Savaşı” olarak nitelenebilecek üçüncü İngiliz-Afgan Savaşı’na, 1929 ile başlayan ve birbirini takip eden taht kavgaları ve kanlı darbelere, İngilizlere karşı çoktan Sovyet etkisine giren sosyalist-komünist askeri yönetimin müdahalelerinin “mücahit” olarak tabir edebileceğimiz grupların oluşup örgütlenmesine yol açışına, buna sebep olarak (çeşitli kaynaklara göre Mustafa Kemal Atatürk’ten ilham alıp daha da ileriye giderek) modernleşme sürecinde gerçekten de hiçbir yerde, hele hele Müslüman yoğun bir ülkede olmayacak bir işe kalkışıp, kadınların başörtüsü takmasını yasaklamaya niyet etmesi sonucu korkunç şekilde öldürülen asker kökenli yöneticilere, Afganistan’daki İngiliz-Sovyet çekişmesinin 2. Dünya Savaşı sonrası Sovyet-Amerikan vekalet savaşına dönüşmesine, 1973, 1976, 1976, 1978, 1979’daki bitmek bilmeyen darbelere, devam eden iç çatışmalara, mücahit gruplarla baş edemeyen Kabil’in komünist yönetiminin SSCB’yi ülkeye müdahaleye davet etmesine, Kızıl Ordu’nun Afganistan’a girişine, ABD’nin Soğuk Savaş döneminde Sovyetlere karşı mücahit grupları silahlandırmaya ve finanse etmeye başlamasına, Taliban’ın kimilerine göre ABD’nin kimilerine göre ise Pakistan istihbaratı ISI’ın desteğiyle bu grupların bir araya getirilmesiyle Molla Ömer liderliğinde Sovyetler’e karşı savaşmak için oluşturulmasına ve SSCB’nin yıkıldığı yıl olan 1989’da Sovyetlerin ülkeyi terk etmesine kadar gitmeyeceğim.
Hikaye böyle başladı…
Ama öte yandan, 1994’e kadar bir Suudi Arabistan vatandaşı olan ve milyarder bir Suudi baba ile Lazkiye asıllı Şii bir annenin çocuğu olan Usame bin Ladin’in üniversitede okurken 1979’da Sovyetlere karşı savaşan mücahitlere destek vermeye başlamasına, onlara silah, para ve Arap dünyasından savaşçı göndermeye başlamasına, bu şekilde Arap dünyasında popüler bir figür haline gelmesine, 1989’da Suudi Arabistan’a adeta bir “kahraman” olarak dönüşüne ve fakat dokuz yıl boyunca ABD’yi rahatsız etmeyen Bin Ladin’in 1988’de El Kaide’yi kurduktan sonra çok sayıda Arap’ı örgütlemeye başlamasına, Suudi Arabistan yönetimi ile yakın ailevi ilişkileri nedeniyle Yemen dahil pek çok yerdeki Sovyet etkisine ve Riyad üzerindeki ABD nüfuzunun kalkması için bakanlara baskı yapmaya başlamasına, yani aslında Amerikalıların gözünde “başıboş” davranmaya ve “tehdit” oluşturmaya başlamasına, böylece ABD’nin baskısı sonucu ülkesinden kovulup önce Sudan’a, oradan da kovulup tekrar Afganistan’a gelmesine ve CIA raporlarına göre 1996’da, hala Sudan’da iken ABD’ye savaş ilan etmesine, 1992-1996 arasındaki Afganistan İç Savaşı’nın son döneminde savaşı kazanarak Afganistan yönetimini ele geçiren Taliban’a, 2500 Arap asıllı El Kaide üyesiyle birlikte destek vermesine değinmek gerekmez mi? Gerekir diye düşünüyorum.
Öyle ya, 11 Eylül 2001’de dünyada “teröre karşı savaş” ifadesinin kullanılmaya başlamasına sebep olan saldırının geri planı buydu ve 20 yıllık hikâye böyle başlamıştı… Kore ve Vietnam’dan sonra ABD-Sovyet Soğuk Savaş mücadelesinin son durağı olan Afganistan, tıpkı dünyanın pek çok ülkesi gibi taraf seçmeye zorlanmış, seçimde anlaşamayanlar birbiriyle kavgaya başlamış ve birbirini tetikleyen olaylar zinciri dış müdahaleler ve iç kavgalar sonucu, bir türlü huzura kavuşamamıştı.
‘Kuleler aklımızda yoktu’
11 Eylül’den üç yıl sonra saldırının sorumluluğunu üstlenen Usame Bin Ladin, Amerikan halkına seslenerek “Allah biliyor ya kulelere saldırmak aklımızın ucundan geçmemişti,-” demiş, İsrail’le iş birliği yapan ABD’den Lübnan’ın ve Filistin’in intikamını almak istediklerini iddia etmiş ve ayrıca George W. Bush yönetimini saldırı öncesi uyardıklarını söylemişti. Sonradan ortaya çıkan CIA raporları da bu bilgiyi teyit eder nitelikte idi. ABD’nin Afganistan’ı işgalinin ana nedeni, tekrar tekrar söyledikleri üzere El Kaide terör örgütünü yok etmek ve El Kaide’ye destek veren Taliban’ı yok etmekti. Peki ABD bunca yıl savaştığı ve medya üzerinden sürekli olarak terör örgütü gibi gösterdiği Taliban’ı asla terör örgütleri listesine almadı? Neden Pakistan Taliban’ı olarak bilinen Tehrik-i Taliban yönetimindeki bölgede yaşanan trajediyi dünyaya anlatan ve herkesin “Malala” ön adıyla bildiği Malala Yousafzai’yi bunca yıl bir poster kızı gibi kullanıp “kadın hakları”, “insan hakları”, “eşitlik”, “adalet” ve de en önemlisi “demokrasi” iddiasıyla Taliban’a karşı yıllardır bitmeyen mücadelesini sürdürmesine bir bahane olarak göstermişken Taliban’la yaptığı anlaşmada bu ve benzeri hiçbir madde yer almadı? NATO’nun 5. Maddesinin ilk ve son kez işletildiği ABD’nin Afganistan’ın işgali sürecinde Taliban’ı yönetimden deviren ABD, nasıl oldu da eğitip donattığı, bugün artık “anlı şanlı” olmuş olması gereken Afgan ordusuna milyarlarca dolar akıtmışken daha çekilme süreci bitmeden Taliban, ideolojik güç, oradan buradan ele geçirdiği silahlar, uyuşturucu ticaretinden elde ettiği finansman ile domino taşlarının devirirmiş gibi şehir şehir ilerledi ve Kabil’i teslim aldı? Afganistan’dan Dubai’ye kaçarak canını kurtaran ve elbette ülkedeki yozlaşmadan kendi payına düşeni alan Devlet Başkanı Eşref Gani’nin yalvarırcasına dile getirdiği “Önce iç müzakereler yapılsın, sonra ABD Taliban’la anlaşsın,” çırpınışı dinlenmedi? Sözüm ona Usame Bin Ladin’i 1 Mayıs 2011’de Obama yönetim döneminde gizli bir operasyonla Pakistan’ın Abbottabat bölgesinde, üstelik Bin Ladin’in bulunduğu yer Pakistan Askeri Akedemisi’ne birkaç kilometre mesafedeyken Pakistan yönetimine ve diğer NATO ülkelerine haber dahi vermeden iddia odur ki öldürüp dünyanın en çok aranan teröristinin cesedini hiç kimse görmeden “her nedense” denize atarken El Kaide’yi bitirdiğini söyledi de, nasıl oldu da bugün merkezi El Kaide’nin dünyaya uzanan kolları DEAŞ, Yemen El Kaidesi, Boko Haram ve benzeri El Kaide bağlantılı gruplar bugün her ülkenin korkulu rüyası haline geldi? Madem ABD, El Kaide’yi barındırıyor diye Afganistan’da Taliban’a karşı bunca zaman savaşıp bugün Taliban’la anlaşırken bir tek “El Kaide ve DEAŞ’a geçit vermeyin,” şartını koştu ve imzayı atıverdi? Ve 26 Ağustos 2021 gecesi, peşi sıra gelen patlamaları CENTCOM’un “Saldırılar bizi vazgeçiremeyecek, çekilmeyi sürdüreceğiz,” açıklamasının hemen ardından DEAŞ saldırıyı üstleniverdi? Bir düşünün, siz DEAŞ gibi hiç de aptal olmayan bir terör örgütü lideri olsanız, ABD bir hafta on güne bitireceği çekilmeyi tamamlamadan terör saldırılarına başlar mısınız? ABD, DEAŞ lideri Ebu Bekir Bağdadi’yi yine kimsecikler görmeden İdlib’de Türkiye sınırına yakın bir bölgede öldürmüş ve DEAŞ’ı bitirdik demişken yine de “olası DEAŞ tehdidi” argümanıyla Suriye’deki varlığı sürdürmeye karar vermemiş miydi? Elbette biz bunun PKK’ya verilen desteğin gizli kapağı olduğunu biliyoruz. Ama DEAŞ, ABD’nin Suriye ve Afganistan’da bu kadar da aleni bir şekilde kendiyle çelişip rezil olmayı göze alabileceğinden nasıl emin olabildi? ABD Afganistan’da, Afgan askeri ve sivilinin canını pek önemsemiyor ve can kaybını saymıyor malum, 3000’den fazla Amerikan askeri kaybetti, 1100 NATO askerinin ölmesine sebep oldu. Afganistan’ın işgalinin ABD’ye maliyeti 2 trilyon doları aştı. İlk yıllarda Afganistan ve Irak işgalini “embedded” diye tabir edilen yüzlerce gazetecinin bazılarının ifşa ve itiraflarından biliyoruz ki, her iki savaş da 11 Eylül’ün travmasını yaşayan halka devasa bir medya propagandasıyla teröre karşı savaş sloganıyla ve Amerika’nın intikamı şeklinde satıldı. Ama artık Amerikan halkı, 11 Eylül’ün Afganistan’dan, Irak’tan alınacak bir intikam olduğunu düşünmüyor. Obama’nın 2015’te itiraf ettiği gibi, El Kaide’nin yayılmasını bizzat koskoca ABD’nin önleyemediğini biliyor. Daha da ötesi, artık Amerikalılar yıllardır CIA tarafından saklanan ve Muhammed Atta’nın başını çektiğini Usame Bin Ladin’den öğrendiğimiz El Kaide mensubu teröristlerin, bugüne kadar mecburen 19’unun Suudi Arabistan ve BAE asıllı olduğunun açıklandığı ama isimlerinin verilmediği gizli istihbarat belgelerini görmek, terör saldırısını bizzat gerçekleştirenlerin kimliklerini bilmek istiyor. Hatta ölenlerin aileleri bunun için ABD’de dava açıyor.
Taliban’a kalan silahlar
İşin en acayip kısmı ne biliyor musunuz? Hayır hayır, Kabil’deki patlamaların öncesinde Afganistan’dan kaçmaya çalışan insanların kadın, çocuk, yaşlı erken kanlar içinde bırakılırcasına dövülürken videoya alındığı görüntülerin ABD ve Taliban tarafından beraber reddedilmesinden, sosyal medyada paylaşılan görüntülerin Taliban tarafından zorla sildirilmesinden, sildirilemeyen hesapların ABD yönetimince askıya aldırılmasından bahsetmiyorum. Yıllardır Afganistan’da ABD için Taliban’a karşı savaştığını düşünen ve “kahramanlık” destanları Hollywood’da bol bol sahnelenen Amerikan askerlerinin ihanete uğradıkları için yaptıkları basın açıklamasında söylediklerinin altını çizmek istiyorum: Konu ABD’nin güya Afgan ordusu ve polisine bıraktığı ama dakikalar içinde Taliban’ın ele geçirdiği silahlar… Askerler, mevcut ABD yönetiminin ihmali sonucu bugün 85 milyar dolar değerinde Amerikan askeri teçhizatına sahip. Ayrıca 85 bin askeri aracı, 200’ün üzerinde uçak ve helikopteri, 600 binin üzerinde ateşli silahı ve tüm dünyadaki Blackhawk helikopterlerin yüzde 85’inden fazlasını elinde bulunduruyor. Ve belki de en şok edici olanı, ABD için çalışmış olan Afganların parmak izlerini, yüzlerini, göz taramalarını ve kimlik bilgilerini barındıran biyometrik cihazların Taliban’ın eline bırakılmış olması… Gerçekten de ABD bu kadar ihmalkar mı? Gerçekten de sürekli olarak “Bize yardım eden Afganları çıkaracağız” vurgusuyla vahşetten kaçmaya çalışanları hedef gösterirken ne yaptığının farkında değil mi? ABD Başkanı Joe Biden Cuma günü “Bizim için çalışan Afganlar şu anda otobüslerle Kabil’e geliyor,” diyerek onlara yardım edenleri ve hatta tüm diğer sivillerin canını tehlikeye atmıyor mu? Yoksa… Yoksa bu da anlaşmanın bir parçası mı?
Son saldırıların ardında kim var?
Sovyetlere karşı verdiği savaş ve ardından Taliban’a karşı gösterdiği büyük direniş nedeniyle Pençşir Kaplanı olarak bilinen Ulusal Direniş Cephesi Lideri Ahmed Şah Mesud’un oğlu bugün bazı medya organlarınca bir umut olarak gösterilirken Taliban’ı böyle teçhizatlandıran ABD karşısında ne yapabilir? Yine önce Sovyetler’e ve ardından da Taliban’a karşı verdikleri mücadele ile efsaneleşen Tacik asıllı eski istihbarat başkanı ve bugün vekaleten devlet başkanı olan Amrullah Salih ile Özbek asıllı Mareşal Raşid Dostum’un Afgan ordusu ve polisi çökünce, eskinin nizami bir güvenlik sistemi yönetiminden bugün bir milis bir direniş güç kurmaya başladıkları biliniyor. ABD’nin ihanetine uğrayanlar bunun dış destek olmadan yapılamayacağını biliyor ve Rusya’yla görüşmek için sabırsızlanıyor. Diğer taraftan, Afganistan’ı yakından takip edenler biliyor ki, DEAŞ’ın üstlendiği son saldırıların arkasında onlar var. Zira El Kaide ve özellikle DEAŞ gibi türevleri, Taliban için 20 yıl sonunda bir tehdit haline geldi ve Taliban’la ABD’nin ortak çıkarı El Kaide’ye karşı birleşiyor. Sahi, 2014’te adını bir süre duyduğumuz ve “DEAŞ’tan daha tehlikeli” denilen, Suriye’de yüzlerce sivil öldürüldüğü örtülü operasyonlarda adı geçen ve sonra adeta yer yarılıp da içine giren ama yedi yılın ardından tekrar dillere düşen “Horasan grubu” ne ifade ediyor? Eşref Gani’nin önde gelen rakibi Abdullah Abdullah son Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Gani ile aynı gün Başkanlık yemini edip ardından geri çekildikten sonra ne yaptı? Abdullah Abdullah Taliban’a karşı savaşan Ahmed Şah Mesud’un silah arkadaşı değil miydi? ABD işgalinde Taliban’a karşı savaşta Devlet Başkanı Hamid Karzai şimdi nereden çıktı? Ve her ikisi de sözde “geçiş süreci” adına, ABD Taliban’la anlaşırken müzakerelerin önce arka sonra ön cephesinde yer alırken ne kazandı?
Dünü ve bugünü dilimiz döndüğünce tartıştık; peki yarın ne olacak? Bu ve yukarıdaki soruların cevabının değerlendirmesi ise nasipse yazı dizisinin ikinci bölümünde…