Ağzım lal olaydı, get diyen dilim gopeydi!
“Babam ve Oğlum” filminin ünlü sahnesidir. Hüseyin Efendi (Çetin Tekindor) oğlu Sadık’ı (Fikret Kuşkan) toprağa vermiştir ve cenaze dönüşü araç konvoyunu durdurur. İki elini 90 derecelik açıyla yanlara doğru açar ve haykırmaya başlar: “Burda dureydim böyle, tam burda, böyle kollerimi açeydim iki yana, duteydim onu ben, getme deyeydim, getme Sadık.
15 sene evvelsi, dureydimböyle Nuran, duteydim Sadık’ımı, sarıleydim böyle evladıma, getme deyeydim. Getmez idi o vakıt, kalırdı. Ağzım dilim lal olaydı, get diyen dilim gopeydi. Benim yüzünden…”
Merak ediyorum acaba Hüseyin Efendi oğluyla konuşmuş olsa her şeyi çözer miydi? Bunu bilemeyiz fakat en azından konuşulmuş olsaydı bir ölümün ardından “pişmanlık” ağıdı yakılmazdı.
Bugün en büyük dert “konuşmamak” daha doğrusu “gerçeği sadece bir yönüyle” dile getirip diğer yönleri es geçmek!
İğneyi kendimize batıralım ama çuvaldızı hak edenlerden de bahsedelim!
Görmek istemiyorlar, konuşmak istemiyorlar ve Hüseyin Efendi gibi pişman da olmuyorlar.
Yüreği yangın yerine dönmüş insanların bu yangınını söndürmeye çalışan siyasetçilerin neden bu denli sevildiklerini anlamıyorlar. Halkı şikâyet ediyorlar. Onların esas derdi milletin bir bakışa sahip olması ve bunu dile getirince 312 General Davası’nın cenderesi gibi bir tuzağa düşürülemiyor olması!
• Dertleri “özgürlük” değil; dertleri Müslümanların özgürlük ruhuna yeniden alışıyor olması.
• Başörtülülerin tartışmaya açık oluşu, Müslüman beylerin fikir yürüterek sonuca varması ve hatta onlara karşı çıkması bile zorlarına gidiyor.
• “Nükleere hayır” diyorlar ama gelişmiş dedikleri Batı’nın dört bir yanının nükleer tesislerle dolu olduğunu söylemiyorlar.
• “Akkuyu Nükleer Santrali” sebebiyle turist gelmeyecek diyorlar ama yılda 82 milyon turist ağırlayan Fransa’nın enerji ihtiyacının % 77’sinin nükleer tesislerden sağlandığını söylemiyorlar.
• “Kimyasal karşıtı eylemler” yapıyorlar ama kimyasal gazla öldürülenlerin Müslüman bebekler, kadınlar, masumlar olduğunu söylemiyorlar. Kimyasalı görüyor ama Suriye’yi görmüyorlar.
• “Erdoğan’la beraber Hatay’a giden Sibel Can Almanya’da protesto edildi” diyorlar ama protesto eden kişilerin terörist posteri taşıyan PKK’lılar olduğunu söylemiyorlar.
• Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın davetine icabet edenler için “Sanatçı tarafsız olur” diyerek linç kampanyası yapıyorlar ama Irak’ta, İncirlik’te, Afganistan’daki Amerikalı askerlere moral için giden Hollywood yıldızlarını “vatansever” diye Türkiye vatandaşlarına pazarlamaya kalkıyorlar.
• “Boğaziçili öğrencilere özgürlük” diyorlar ama bahsettikleri öğrencilerin Afrin’de mücadele veren askerlerimiz için lokum dağıtan ve manevi dahi olsa destek veren başka öğrencilerin masasını tekmelediklerini ve onların özgürlüğünü engellediklerini “nedense” hiç söylemiyorlar.
• “Türkiye’de özgürlük” diye söze başlıyorlar ama bir terbiyesizin sırf hakaret olsun diye başörtülü kadına tükürmesiyle ilgili çıt çıkarmıyorlar.
• “Füsun Demirel’in oyunculuğu engelleniyor” diyorlar ama onun alenen ifade etmese dahi PKK’yı kastederek gerilla rolünden dem vurduğunu söyleyemiyorlar. Ortada bir yasak değil, arz talep dengesi var. İnsanlar teröre destek verdiğini düşündüğü kişilerin peşinden gözü kapalı gitmiyor.
• “Gezi ruhunu diktatör engelledi” diyorlar ama kamu mallarını yakmanın ve polise molotof atmanın özgürlükle alakası olmadığını söylemiyorlar.
• Terörizmi destekledikleri ayan beyan ortada olanlar için “Gazeteciler hapiste” diyorlar ama bir köşe yazısındaki fotoğraftan dolayı hapse girmek zorunda kalan Anadolu gazetecisi Dursun Suna’nın gazetecilik faaliyeti sebebiyle hapiste olduğunu tek kelimeyle dahi söylemiyorlar.
• Doğan Medya’nın satılmasıyla ilgili Aydın Doğan’ı mağdur gibi gösteriyorlar ama bu satışın sonunda 4 katrilyon aldığını ve 28 Şubat’ta hayatına, canına, ruhuna kastettiği masumların hesabını vermeden çekip gittiğini söylemiyorlar.
• “Batılı devlet örgütlerinden bilgi sızdıranların” cezalandırıldığını biliyorlar ama MİT TIR’ları olayının şeffaflık olduğunu ve bunu yapanın gazeteci olduğunu belirtip mesleğin onurunu eziyorlar.
Saptırılan hedefler, kirli oyunlar, daha neler neler…
Bunca iktidar günlerine rağmen hâlâ algı yönetiminde başarılı olanlar varsa suçu kendimizde aramalıyız. Bunlarda oyun bitmez, bitmeyecek; o vakit bizde de mücadele azmi bitmemeli!
Ayasofya hâlâ müze, hapishanelerde yatan yüzlerce 28 Şubat mağduru hâlâ demir parmaklıkların arasında, Muhsin Yazıcıoğlu karlar altında şehit olurken faillerinin izi dahi yok..! Türkiye olarak bir diaspora yani “sivil dış güç” oluşturamadık. Bunun sıkıntısını da çekiyoruz.
Cesur olup sözümüzü esirgemeden yürümek ve “kim var denince” sağımıza solumuza bakmadan “Ben varım” diyerek cefakâr yolların fedakâr ruhları olmak zorundayız. Yoksa ortalığı “Adanmış ruhlar” diyen haşhaş müdavimleri kaplıyor ve algı yönetiminin dibine vuruyorlar.