ANDIMIZ

Okuduğunuz Yazı
ANDIMIZ

İçerik

Cehaletin, hazımsızlığın, sığlığın liyakat madalyasını almaya hak kazanan ne kadar çok insan var etrafımızda. Kafaları antikacı dükkanındaki bozuk saat misali yarım asır önce durmuş. Yelkovanı yok ama akrep dili konuşmaya, tartışmaya değil, ısırmaya kurulmuş. Günde 1 defa bile zamanı yakalamaktan aciz ne yazık ki. Kulaklarını halkın nabzına dayamak yerine, marşlarla, sloganlarla, tek tipçi çağ dışı uygulamalara sarılıyorlar.
Faşist dünyalarında griden başka renge yer yok.
Özgürlükçü fikirlere, farklı renklere, demokratik uygulamalara da tahammülsüzler.
Ölü fikirlerin yaşayan bir toplumun yakasını bırakmasına izin vermiyorlar. Marşlarla, sloganlarla, hakaretlerle yüreğine oturuyorlar milletin.
Söylemleri çorak tarladaki çürümüş tohum misali. Millete kök salmıyor, ruhları doyurmuyor, geçmişin kirli ayak izleriyle ezildiği için hayat bulamıyor.
Sağlam temellere oturmayan, lime lime dökülen bir evin yabancı misafiri gibi hissediyorlar kendilerini.
Ne temeli sağlamlaştıracak demokrasi harcını istiyorlar, ne de kendilerine uzanan kardeşlik elini.
Birleştirici değil, ayrıştırıcı olmak konusundaki ısrarlarını anlamak mümkün değil.
İdam fermanlarını imzalamaya alışkın elleri, statüko tahtalarını sökemeyecek kadar zayıf.
Cezasız kalan suçlarını ilk fırsatta tekrar gerçekleştireceklerini söyleyecek kadar da arsız ve fütursuzlar.
İstiklal Mahkemelerini özlüyorlar…
Türkçe Ezanı özlüyorlar…
Bizi bizden ayırıp tek tip insan yaratmayı hedefleyen “and”ı özlüyorlar..
Eski Türkiye’ yi özlüyorlar kısacası…
Kutsallarına pamuk ipliğiyle bağlılar. Kanla kiraladıkları zebaniler arıyorlar eski günlerdeki gibi. Bir “and”la yıkılacak kadar zayıf kaleleri.
Ahhh nerede o eski günler nostaljisiyle:” Kuracaksın İstiklal Mahkemelerini yeniden. Üçünü beşini değil topunu sallandıracaksın” diye iç geçiren hatta bunu yüksek sesle söylemekten bile gururlanan faşist soslu solcular, Stalin uygulamalarına hayran sağcılar hiç de az değil…
Yeni Kılıç Ali Bey’ler, Kel Ali Bey’ler, Necip Ali Bey’ler veee Reşit Galip Bey’leri bulmak hiç de zor değil. Milleti tekrar ipe çekmek için gönüllerinde kurdukları modern “İSTİKLAL MAHKEMELERİ” ni ne kadar özlediklerini haykırsalar da olmaz, olamaz. İşte bunun için bu hoyratça, temelsiz, mesnetsiz ve imzasız mektup kadar itibarsızdır bu görüşleri.
Milletin nezdinde karşılığı yok bu tek tipçi dayatmanın.
Dünya teknoloji çağını yakalamak için birbirleriyle kıyasıya yarışırken Türkiye’ deki sözde aydın geçinenlerin gündemine bakın?
Danıştay’ ın kararını bayram havasında kutlayıp sevinç naraları atıyorlar.
Utanmasalar “siyah önlük beyaz yaka” uygulaması da geri gelsin diyecekler.
Orta Çağ Avrupa’ sında Cizvit papazlarının açtığı okullardaki öğrencilerin diğer öğrencilerden ilk bakışta ayrılması için hayata geçirilen “ siyah önlük, beyaz yaka” uygulamasını da geri isterlerse şaşırmayın.
Üstelik bunu Türkiye’ ye dayatanın Tek Parti döneminin Milli Şefi İsmet İnönü olmasına da ayrı bir anlam yüklerler.
Ne acı… Faşist Almanya’ nın, İtalya’ nın, tarihin tozlu sayfalarında kalan bu çağ dışılığını, bırakın savunmayı, tartışılmasının bile ayıp sayıldığı bir dünyada bu yaşananlar nasıl açıklanabilir ki?
Eski Türkiye’ nin gölgesi hep karartsın istiyorlar hayatımızı.
Millete verdikleri tek müjde, statüko kalelerinde, marşlarla hizaya sokulan, andlarla biçimlendirilen, tunçtan heykellerle hizaya çekilen bir Türkiye.
Çok seslilik, özgür bireyler, çağı, teknolojiyi yakalamak gündemlerinde yok.
Çocuklarımız bizim geleceğimiz, onlara ödeyeceğimiz bedel kendi geleceğimizin faturası olacaktır.
Andımız ne ifade ediyor size?
Koca koca adamların neredeyse istiklal marşı mertebesine yükselttiği kadar bir kıymeti harbiyesi var mıdır?
Çocukluk günlerime döndüğümde, küçücük beyinlere kazınmak istenen rejimin tek tip insan yaratma girişiminin somut ve başarısız bir örneği olarak kazınmış hafızama.
Hatırlıyorum da : “Rahat… Hazır ol… diye başlayan askeri formatlama ritüelinden sonra, bir öğrencinin okuyup, hep birlikte tekrar ettiğimiz ve hayatımıza dayatılmak istenen tek tipçi bir doktrinin zorla diriltilmesi.
Türk olduğu için doğru olan, çalışkan olan…
7 yaşındaki çocuğun varlığını Türk varlığına armağan etmesi…
Ne anlar bu yavrucak bu sözlerden, sorsanız cevap verebilir mi size? Cevap verse ne der hiç düşündünüz mü?
“Ülkü” nedir acaba? Hamburgercide çocuk menüsü alınırsa yanında hediye olarak verilen yeni oyuncak mıdır acaba?
Güneydoğunun ücra köylerindeki Kürt çocuklarının ne travmalar yaşadığını bilen var mı?
Sadece onlarla da sınırlı değil. Arap, Ermeni, Rum, Süryani, Laz, Çerkez çocukları da var.
“Varlığı” anlamış gibi yaparlar belki ama “Varlığını Türk varlığına armağan etmek” de ne ola ki?
Hap kadar çocuklara kaldıramayacakları dozda tek tip insan dayatmasının nesi savunulur ki?
Oyundan, oyuncaktan, arkadaştan, çizgi filmden, kapıdaki minnoş kediden, anneden, babadan, sağ ise dededen, nineden, dondurmadan, çikolatadan oluşan naif dünyada, elleri bacak hizasında sıkı sıkı kenetleyip: “Varlığım Türk Varlığına armağan olsun” sözü ne ifade eder sordunuz mu hiç?
Öğretmeninden aferin alınca, babası, annesi yanağını okşayınca, arkadaşlarıyla oynayınca, yediği tatlıdan, sevdiği kediden, köpekten çok çok mutlu olan bir çocuk : “Ne mutlu Türküm diyene” sözünden ne anlar sizce.
Ağaç yaşken eğilir atasözünü kendilerine rehber edip, kelebeklerin uçuştuğu, rengarenk çiçeklerin açtığı tazecik dimağları ırkçı dayatmalarla kirletmek nasıl mutlu eder sizi?
Hele hele bu meseleyi vatan millet Sakarya çizgisine hapsedip adeta üzerine laf söylenmesine bile izin verilmeyen, kutsal bir paye gibi göstermek!
Burada vurgulanmak istenen “Ne mutlu Türküm diyene” sözü ırkçı bir saikle söylenmiyormuş, aslında genel bir üst kimlikmiş, diğer kimlikleri yok saymak gibi bir amacı yokmuş… diye başlayan cümlelerle güya konuya açıklık getiriyorlar…
İnsanın aklıyla alay ediyorlar yani.
Aptal yerine koyuyorlar milleti.
Pedagojik olarak bu “And”daki sözlerin çocukların ruh dünyasında ne fırtınalar estirip, nasıl yıkımlar yaptığının açıklaması uzmanlara düşer.
Lakin 1933 yılında Milli eğitim Bakanlığı da yapmış olan Reşit Galip’in 23 Nisan 1933de Çankaya Köşküne çıkıp Atatürk’ü ziyaretinde : “Sabah çocuklara bir şey söylemek istedim o anda bu and çıktı, çocuklara armağan olsun” diye sunduğu metnin 21. Yüzyılda da nasıl tartışmalara sebep olacağını eminim tahayyül edemezdi.
Akabinde 10 Mayıs 1933 te 101 sayılı Talim Terbiye Kurulu Kararı ile öğrenci andı uygulamaya sokuldu. Reşit Galip’e and yazma ilhamı rüyasında aksakallı bir dedenin “Yaz oğlum bir and çocuklarımız tekrarlasın her gün “ demesiyle gelmedi.
1930’lu yılların faşist bir geleneğiydi bu aslında. Hitler Almanya’sında ve Mussolini İtalya’sında birbirinin neredeyse aynısı anlamları taşıyan andların Türkiye
versiyonuydu.
Almanya’da gençlik kamplarında çocuklar her gün: “ Führer’e adanmış kanımın her damlasıyla; ben tüm enerjimi ve gücümü Adolf Hitler’e ve ülkeme adayacağıma yemin ediyorum. Onun için, sahip olduklarımdan hatta hayatımdan bile vazgeçeceğime söz veriyorum ve bunun için Tanrı’dan yardım diliyorum” diye yemin ediyordu.
Mussolini İtalya’sında ise çocukların ve gençlerin yemini şöyleydi :” Tanrı’nın adıyla
ben liderimin bütün emirlerini yerine getireceğime, gerekirse bu uğurda kanımın
son damlasına kadar mücadele edeceğime yemin ederim. Yaşasın faşist devrim.”
Metinlerin benzerliği ve yapılan vurgular nasıl da tıpkısının aynısı gibi değil mi?
Çocukların özgür birey olma potansiyelinin ilkokul çağlarında örselendiği, içi boş sembol ve ritüellerle tek tip insan yaratma hayalinin hazin ve başarısız öyküsüdür bu.
Ama her fırsatta milletin önünü kesip, ilerlemesine izin vermeyen cenahın “andımız” dayatmasında da tekrar sahne alması tesadüf değil elbette.
“Andımız”ın tekrar minik beyinleri esir almasını istemeyi masum bir grubun halisane duyguları olarak göremeyiz.
Komplo teorilerle kafa bulandırmak da değil amacımız.
Ancak…
Her seferinde yediğimiz darbelerin acısı hala yüreğimizde tazeyken bu girişime şüpheyle bakmak en doğal hakkımız.
Statükoyla, Darbelerle, muhtıralarla, kaosla, terörle, GEZİ’ yle, Çukur eylemleriyle, 15 Temmuzla, Seni Başkan yaptırmayacağız korosuyla, Döviz ve kur oyunlarıyla, İş Bankası hisselerinin üstüne oturmanın ayıbıyla ayrı düşünmeyin bu yaşananları. Hepsinin birbiriyle organik bağı var.
Bunlara yerel seçimlerin seyrini etkileme çabalarını da ekleyin…
“Cumhur ittifakı”nın parçalanması için fitne sokmak niyetini de…
Hepsi Eski Türkiye’nin özlemiyle yanıp tutuşanların milletin hedeflerine ulaşmasını engellemek için çıkarttıkları engeller.
1930 lu yıllarda kopmuş film.
Siyah beyaz fotoğraflara hapsolmuş bir zihniyetin hezeyanları.
2023 demeyin, 2053 demeyin, hele hele 2071 den bahsetmeyin bile bunlara.
Tek tip insan yaratmak için her yolu deneyenlerin dünyasında çok sesliliğe yer yok. Çok meşgullar bu arada.
Her sabah siyah önlük, beyaz yakalı tek tip kıyafetleriyle hazır ol vaziyetinde “ andımız”ı okuyorlar…
Öğlenleri ıslıklarla çaldıkları 10.yıl marşıyla yeri göğü inletiyorlar…
Her akşam Yılmaz Özdil’in yazdığı son kitabın bir sayfasını yüksek sesle ve hep birlikte koro halinde okuyup ezberlemekle meşguller.

Yazı Hakkında ki Düşünceniz?
Çok Beğendim
0%
Beğendim
0%
Orta Karar
0%
Sevmedim
0%
Hiç İyi Değil
0%
Yazar Hakkında
Tahsin YILDIZ