Ayıp ettik Başbakan’a
Bazen böyle olur işte, hepsi birden üst üste yığılır. Son dönemde de maalesef peş peşe geldi, acı üzerine acı yaşadık.
Afetler, kazalar, hain saldırılar birbirini izledi…
Milletçe içimiz yandı, ama üstesinden geliyoruz elbette hepsinin. Yaralarımızı sarıyor, tedbirimizi alıyor, yolumuza devam ediyoruz.
Ama bir türlü baş edemediğimiz, yıllardır üstesinden gelemediğimiz bir sıkıntımız var. Sürekli kanayan, hatta daha fazla kanaması için zorlanan bir yara gibi. Tedavisi güç, müzmin bir hastalık da diyebiliriz buna.
Bozguncu ruhların beslediği marazi bir durum bu…
Adı da acılar ve felaketler üzerinden pay çıkarma yarışı!
***
Felaket tellalı gibiler. Gazetelerde yazıp çiziyor; kameraların karşısında bağırıyorlar. Çok fazla örnek var, ama burada sadece birinden bahsedeceğim…
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, Elazığ’a gitti. İçine girip toplantı yapmasına rağmen, devrem bölgesinde bir tane Kızılay Çadırı göremediğini söyledi.
Çevresindeki kimseden çıt çıkmadı. Hatta doğru olmayan bu ifadeyi köpürtüp, istismar etmek isteyenler dahi oldu.
Evet, görmüyor Kılıçdaroğlu ya da görmek istemiyor.
Bir alışveriş merkezinde yönünü tayin edemeyip yürüyen merdivenlere tersten binmişti. 15 Temmuz’da İstanbul Atatürk Havalimanı’ndaki tankları görmemişti. Çok daha vahimi, Doğu Akdeniz’deki dev gibi Türkiye’yi fark edememişti. YPG’nin nasıl bir terör yuvalanması olduğunu görmeyip, “Bize mi saldıracak?” demişti. Ertesi gün tepemize füzeler ve havan mermileri yağmıştı. Vesaire, vesaire…
Kemal Bey yalnız değil bu konuda; bir de kendisini görmeyen ve görmemekte direnenler var. Ne yaparsa yapsın, nasıl davranırsa davransın, tepki göstermiyorlar. Görmemek için her türlü çabayı sergiliyorlar.
Kemal Bey’in onda birini bir başkası yapsaydı, sanırım sokağa çıkamaz hale gelirdi. Ama Kılıçdaroğlu’nun dokunulmazlığı var. Her şeyi söyleyebilir O!
Ecevit’te de yaşadık biz bunu. Basın toplantılarında dili dolaşırdı. Bazen 3 yılı 3 asır yapardı. Bazen de kurumların adını unutur, uydururdu. İsimleri, yerleri, olayları birbirine karıştırır, hata üstüne hata eklerdi.
Televizyonlar o bölümleri atar, gazeteler hiçbir şey yokmuş gibi davranırdı.
***
Ama aynı anlayışı Başbakanlığı döneminde Yıldırım Akbulut’a göstermediler. Bir hata yaptı. Üzerine bin tane daha eklediler. Uydurdular da uydurdular, kendisine fıkralar uyarladılar. Yerden yere vurup “Akbulut Fıkraları” kitapları yazdılar.
Düzmeceydi tabii ki hepsi…
O da ciddiye almadı, güldü geçti.
Neden böyle yapıldığına gelince…
Çünkü Yıldırım Bey solcu değildi. Anadolu’nun bağrından çıkmış bizden biriydi. Milletin değerlerine saygılıydı. Batının kılıcını sallamıyordu. Hazmedip kabul edemediler, geçmişini küçümsediler. “Hal Müdürü” dediler.
Şimdi düşünüyorum da!..
Samimi olsalardı; Akbulut hakkında kitap yazanların, Kılıçdaroğlu gibi isimler için kütüphaneler doldurmaları gerekirdi. Ellerindeki malzemeleri kullanmaları beklenirdi.
Ama samimi değiller işte…
“Solcuyum” demek yetiyor çünkü bu ülkede. İstismar bile normalleşiyor. Atış serbestleşiyor. Herkes üç maymunu oynuyor.