Batı medyası Erdoğan nefretini saklayamadı
Yirminci yüzyıl boyunca Batılı istihbarat örgütleri, Üçüncü Dünya olarak görülen ülkelerde siyasi iktidarları darbeler yoluyla devirirken o ülkelerin halkları darbelerin arkasında hangi güçlerin bulunduğunu yıllar sonra öğrenirdi. Zaman zaman bu mazlum halklar, Batılı güçler adına darbe yapan işbirlikçileri vatansever kahramanlar olarak görürdü.
Ülke petrollerini millileştirme girişiminde bulunan İran Başbakanı Muhammed Musaddık’ın 1953’te İngilizlerin tezgahladığı bir darbe sonucu devrilmesi veya Cumhuriyet Halk Partisi’nin jakoben iktidarına son veren Adnan Menderes ve arkadaşlarının askeri darbe sonucu iktidardan indirilip idam edilmeleri, darbelerin arkasındaki uluslararası güçlere ışık tutan ibretlik örneklerdir. CHP zihniyeti, hâlen 1960 darbesini meşru bulmakta, Türkiye’de siyasi bozulmanın Demokrat Parti’nin 1950’de iktidara gelmesiyle başladığını tekrarlayıp durmaktadır.
Günümüzün Soğuk Savaş sonrası küresel konjonktüründe Batılı devletler eskisi kadar güçlü değilken Türkiye gibi orta büyüklükteki devletler de eskisi kadar zayıf değil. ABD’nin arka bahçesinde yer alan Venezüela’daki darbe girişimleri başarısızlıkla sonuçlanmışken Türkiye’nin dışarıdan müdahalelerle yönetilmesi artık pek mümkün görünmüyor.
Gençlik yıllarımda Batılı ülkelerin Afrika ve Asya ülkelerini nasıl dört veya beş asır boyunca işgal edip sömürgeleştirebildiğine akıl sır erdiremezdim. Süreç içerisinde gördük ki bu sömürgecilik düzeni, işgal güçleri ile onların yerli işbirlikçileri arasındaki ittifaka dayanıyordu. Ancak bir millet, bağımsızlık mücadelesine başladığında onu hiçbir kuvvetin esaret altında tutamayacağını da yakın tarih bize gösteriyor.
Başkanlık sistemine geçiş için yapılan referandumda Batı medyası, olağanüstü yoğunlukta bir Recep Tayyip Erdoğan karşıtlığı sergilemişti. ABD, İngiltere, Fransa ve Almanya gibi ülkelerin ana akım medya organlarında Erdoğan karşıtı manşetler atılmıştı. Türkiye seçimlerinde açık bir şekilde taraf tutan bu yabancı medya organları sonuçta seçimlerin kaybedenleri arasına girmişlerdi.
Bu referandum süreci Batılı güçler için hayati bir meseleydi. Tam iki yüz yıldır içimize yerleştirdikleri müstemleke ruhlu vesayet odaklarının hayat damarlarının yeni sistem tarafından kesileceğini iyi biliyorlardı. Sivil siyasetin egemen olduğu bir ülkede bürokratik vesayetin ve bu vesayetin sürdürülmesini sağlayan müstemleke aydın sınıfının saf dışı kalacağını biliyorlardı. Belki de bu sebepten ötürü referandum süreci boyunca Almanya’da Erdoğan karşıtı manşetler ve yazılar, Türkiye’de olduğundan kat be kat fazlaydı.
The Economist dergisinin küresel güçlerin elindeki etkin bir yayın organı olduğu biliniyor. Yine de derginin, talimat verir gibi “Erdoğan gitmeli!” sloganını açık bir şekilde kullanması tarihe not düşülmesi gereken bir gelişmedir. Zira ilgili metnin içeriği, sansasyonel manşetinden çok daha vahim duruyor. Bağımsız bir ülkenin seçim sürecine yönelik bu haksız dış müdahale, küresel güçlerin kendilerini hâlen Tanrı yerine koyduklarının kanıtı olsa gerek.
The Economist’e göre Türkiye’nin refaha ve özgürlüğe ulaşması için Erdoğan’ın gitmesi, muhalefetin kazanması gerekiyormuş. Macaristan’da yaşanan siyasi gelişmelerden sonra Erdoğan’ın seçimleri tekrar kazanmasına tahammülleri kalmamış. Yirmi yıldır her darbe girişiminde milletini sandığa götürüp meşruiyetini tazeleyen bir siyasi partinin anti-demokratik olmakla suçlanmasını, salt Batı kibriyle açıklamak doğru değildir. Bu, bağımsız bir ülke olarak Türkiye’nin seçim sürecine yapılan haksız, hadsiz bir müdahaledir.
Yazılanları okuyunca bu Batılı güçlerin, Hacı Baba Tekkesi gibi hep insanlığın iyiliğini düşündüğünü, tek amaçlarının Türkiye’nin zenginleşmesi ve özgürleşmesi olduğunu zannedebilirsiniz.
Daha yüz yıl önce işgalci İngiltere’nin kirli postalları Anadolu topraklarını kirletmiş, İngiliz bayrağı kara bir leke gibi ülkemizde dalgalanmıştı. Batılı güçler, Asya’da ve Afrika’da kurdukları sömürge imparatorlukları üzerinden palazlanmıştı. Yeni sömürgeciliğin doğduğu yirminci yüzyılda ise Batılı güçler, birçok ülkede yerli işbirlikçileri yoluyla sömürge düzenlerini sürdürmeyi başarmıştı.
Oysa Türkiye, yirmi birinci yüzyılı bir Türkiye yüzyılı yapma azim ve kararlılığındadır. Cumhurbaşkanı Erdoğan, sadece Türkiye’nin çıkarlarını uluslararası arenada savunmakla kalmıyor, aynı zamanda ülkenin gücüne güç katarak Türkiye’nin rakiplerini ümitsizliğe sürüklüyor.
Bugün Erdoğan’ın gitmesini isteyenler arasında ABD Başkanı Joe Biden’ın yanı sıra ABD’nin ajan örgütü olarak görev yapan FETÖ ile Suriye’de ABD’nin paralı askerliğine soyunan YPG/PYD/PKK bulunuyor. Afrika’da güç geçtikçe kan kaybeden Fransa’nın Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron da sömürgeci Fransa’nın Afrika’da bıraktığı boşluğun Türkiye tarafından doldurulmasından endişe ettiği için Erdoğan’ın devrilmesini istiyor.
Hâlen ABD karşısında tam bağımsızlığını elde edememiş olan Almanya’da ise ana akım medyanın Türkiye’deki muhalif medya kanallarından hiçbir farkı kalmamış durumda. Bunun önemli bir nedeni, Türkiye ile Almanya arasında Balkanlar’dan Baltık Denizi’ne, Akdeniz’den Ortadoğu’ya kadar uzanan bir nüfuz mücadelesi yaşanması. Gün geçtikçe sanayisi güçlenen Türkiye’nin Almanya’nın ticari rakibi olma potansiyeli bulunuyor.
Türkiye’nin bölgesel bir güç olarak ortaya çıkması uluslararası siyaset açısından hayati bir gelişmedir. Sayısız imparatorluklar kurduktan sonra Osmanlı Devleti çatısı altında dört yüzyıl boyunca Batı’nın kalbinde yaşamayı başaran Türkiye’nin tarihsel mirası göz önüne alındığında nüfuzunu birçok bölgede genişletme gücüne sahip bir ülkeden bahsettiğimizi görebiliriz.
Türk Devletler Teşkilatı, Karabağ’ın kurtuluşundan sonra ete kemiğe büründü. Türkiye’nin müdahalesiyle Libya güvenli bir ülke olma yoluna girince Afrika ülkelerinde tam bağımsızlık ümidi doğdu. Balkanlar’da savaş çıkmamasının önemli bir nedeni, Türkiye’nin bölge üzerindeki siyasi nüfuzudur. Türkiye’nin yaptığı her savunma sanayi hamlesi sonrası Yunanistan’da vaveyla kopuyor. Daha anlatacak o kadar çok şey var ki…
Batı medyası, Türkiye’nin bu seçiminde sessiz kalıp Anadolu insanını uyandırmamayı planlıyordu. Ancak ülkesinin çıkarlarını uzlaşmaz bir şekilde savunan Cumhurbaşkanı Erdoğan’a karşı hissettikleri kin ve nefreti gizlemeyi başaramadılar. Belki de 16. Yüzyıl’da Kanuni Sultan Süleyman’ın Viyana kapılarına dayandığı günlerin travmasını hâlen atlatamamışlardır.