Bir fosilin son kullanma tarihi geçmiş yalanları

Okuduğunuz Yazı
Bir fosilin son kullanma tarihi geçmiş yalanları

İçerik

Emin Çölaşan gazeteci, yazar mıdır? Hayır, o özlediği Türkiye’de asker postalı yalayıp köşe karalayan biridir. Askeri karargahlara girip brifing alarak, örneğin 28 Şubat öncesi Çevik Bir’e ‘Paşam silah kullanacak mısınız?’ diye ‘güya’ sorup ‘Gerekirse silah bile kullanırız,’ manşeti attıran adamdır. O ve onun gibiler bugün ‘o devirler geçti’ diye delirir durur.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, 1 Haziran Salı gecesi, TRT ekranlarındaydı. Ben de Türkiye Cumhuriyeti’nin 12. Cumhurbaşkanı’na o gece soru soran gazetecilerden biriydim.

Uzun uzadıysa anlatmaya gerek yok ama yine de özet geçeyim: Özel röportajda moderasyonu gerçekleştiren ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’a soru yönelten diğer gazeteci meslektaşlarımla bana yönelik saldırılar, zaten yayın öncesi sosyal medya üzerinden başlamıştı. Yok efendim, sorular zaten hazırmış da bize verilecekmiş, biz de onları okuyacakmışız. Cumhurbaşkanı’na “yalakalık” yapacakmışız. Bildiğiniz ezbere itibar suikastları…

Yayın sırasında da aynı saldırıların devam edeceğini biliyorduk elbette. Örneğin, yurt dışına kaçıp oradan Türkiye’ye saldıran karanlık şahsın haftalardır şişirilen ithamlarını Erdoğan’a sormaya cesaretimiz yokmuş. Zaten Cumhurbaşkanı, bir önceki hafta partisinin grup toplantısında, “Hedefin İçişleri Bakanımız değil büyük ve güçlü Türkiye’nin inşası gayretleri olduğunu anlamak için kullanılan araçlara ve onları kullananların siluetlerine bakmak yeterlidir,” ve “Suç çetelerinin mensuplarını, dünyanın neresine kaçarlarsa kaçsınlar takip ediyoruz. Tıpkı FETÖ’cüler gibi, tıpkı PKK’lılar gibi, bu suçluları da ülkemize getirip yargıya teslim edene kadar takibi bırakmayacağız,” şeklindeki sözleri ile bu konuya yeteri kadar açıklık getirmişti.

Elbette yayın öncesi arkadaşlarımızla bu konuyu değerlendirdik. Hepimiz televizyon ekranlarında yorum yapan medya mensuplarıydık ve zaten bugüne kadar bu konudaki görüşlerimizi katıldığımız yayınlarda açıklamıştık. Ortak düşüncemiz, “tüm dünyanın dikkatle takip ettiği bir lidere bir mafya babası üzerinden oluşturulmaya çalışılan yapay gündem”le ilgili soru yöneltmenin, onların “değirmenine su taşımak” olduğu idi. Bu konuşma üzerine bir karar almadık ama hiçbirimiz de aksine hareket edip o “beklenen” soruyu sormadık. Şahsen ben, Peker fanlarının bunu bekleyerek izlediği ama cevabını alamadan hayal kırıklığıyla televizyonu kapattığı bir yayını oldukça keyif verici bulduğumu söylemeliyim.

Sözde gazeteci kalıntıları

Buradan tutturamayınca ertesi gün insanın duyunca gülesi gelen bir iddia atıldı: Yayın canlı değilmiş, ekranda “Canlı” yazmasına rağmen bant kaydı imiş. Güldüm geçtim tabii… Ama kendisini “duayen” mertebesine kayan bazı eski dönemin sözde gazeteci kalıntıları bunu köşesine taşıyınca, onlar için değil ama izleyicinin bulandırılmaya çalışılan aklı için bu rezil iddiaya cevap vermek zorunda kaldık.

Örneğin, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın arkasında duran antika saatin neden yayın boyunca “9’u 5 geçe” olarak durduğunu, kendisine “Atatürkçü/Kemalist” diyen gazetecilere açıklayarak kıymetli ömrümüzden birkaç dakika ayırdık. Türkiye Cumhuriyeti tarihine Atatürk’ün ölüm saati olarak kaydedilen 09:05’i sembolize etmesi için gerek Çankaya Köşkü’nde gerek Dolmabahçe Sarayı gibi bazı yerlerde, bazı antika saatlerin bu şekilde durduğunu açıkladık. Bazıları gerçekten cehaletlerinden bilmiyordu, bazıları ise bilmelerine rağmen sinsiliklerinden cahil gördükleri halka buradan oyun kuruyordu.

‘Gündüz çekildi’ yalanı

Yılların gazetecileri, bilmezmiş gibi, arkada görünen spot ışıklarının yansımasını dahi, “Görüyor musunuz hava aydınlık. İşte yayın gündüz çekilmiş, sonra banttan yayınlanmış,” demek için yalanlarına alet etti. Allah’tan seyahat ederken yol fotoğrafları çekmeyi seven biriyim. Yayın için İstanbul’dan Ankara’ya yola çıkıp gece geri dönüşümde çektiğim iki fotoğrafı saatleriyle sosyal medya hesabımda yayınladım. Oda TV ve Cumhuriyet gazetesi gibi, anında reaksiyon göstererek, halihazırda vermek istediğim mesajı almış olduklarını gösteren malum medya organlarının da haberini yaptığı, bir zamanlar içkilerin su gibi aktığı “Çankaya’da yatsı namazı” şeklinde paylaştığım, yayından 15 dakika önce çekmiş olduğum fotoğrafı da saatiyle yeniden paylaştığım ve hayatımdan bir on dakikayı da bu yalanları tekzip etmek için harcamak zorunda kaldım.

Ama özellikle biri var ki, onun yüzünden şimdi çok daha değerli şeylerle geçirebileceğim bir saatimi daha ziyan etmek zorunda kalacağım. Yine de kendimi teselli edebilirim, zira onun ve onun gibilerin çalakalem yazdıkları yazılar gibi boş konuşmayacak, geçmişte yaptıklarına da birkaç satır ayırıp onların kirli defterlerini bilmeyen gençlere de dönüp araştırmaları için birkaç bilgi vereceğim.

Normalde Sözcü gazetesinin sitesine arada sırada tıklasam da dönüp ne yazmış diye bile bakmadığım, hatta varlığını bile unuttuğum “fosil” tetikçi Emin Çölaşan’dan bahsediyorum. Perşembe günü Sözcü gazetesindeki “Canlı mı cansız mı?” başlıklı yazısında, Cumhurbaşkanı Erdoğan’dan “Recep Bey,” diye bahsederek yukarıda bahsettiğim saçmalığa yer vermiş. Eh bu da bir gelişmedir; Turgut Özal’a “Turgut”, Tansu Çiller’e “Tansu”, hatta “O kadın” diye hitap eden sözde gazeteci, Türkiye’nin seçilmiş Cumhurbaşkanı’na yine Cumhurbaşkanı diyemiyor ama önceki terbiyesiz dilini de artık kullanamıyor.

Ve fakat, yayının sözüm ona bant olduğunu iddia ederken bunu bir de nedene bağlıyor. Neymiş, Cumhurbaşkanı “bir gaf yaparsa, yanlış bir şey söylerse” diye “işi sağlama almak için” yayın önce kaydedilmiş, sonra yayınlanmış. Evvel zaman içinde söylediği yalanlar yine daha akıllıcaydı, hatta bazı komploları, bazı pis oyunları vardı ki, şeytana pabucunu ters giydirirdi. Artık ömrünün kışını yaşıyor olmasından olsa gerek, gazeteciler hemen her gün mikrofon uzattığında, Meclis Grup toplantılarında, dünya liderleriyle yaptığı canlı basın toplantılarında “gaf” yapmayan Cumhurbaşkanı’nın TRT yayınında yapacağını söylemek, kendinden çok daha genç ve çok daha dinç olan Cumhurbaşkanı’nı kıskanmaktan başka bir şey olmasa gerek.

Ömrünün son dönemlerini yaşarken o gece evinde televizyon karşısında izlediği kişinin, önce yüceltip sonra yerin dibine soktuğu, “beyinsel” ve “fiziksel” olarak hasta olduğunu iddia ettiği Bülent Ecevit olduğunu zannediyorsa, acilen “beyinsel” ve de “zihinsel” olarak bir doktora görünmesinde fayda var.

Çiller’e yaptığı ayıp

Merak etmesin, vakti zamanında eski Başbakan Tansu Çiller’in doktor muayenesinde çekilen mamografi fotoğraflarını “çıplak hali” diye yayınlamaya kalkan şeytanlığının zerresi bizde yok. Doktor-hasta gizliliğine saygı gösteren ahlaklı insanlar var karşısında.

Bu arada, hepimiz bir gün öleceğiz. Ben belki bugün ya da yarın öteki dünyaya göçeceğim. Bunu hiçbir zaman unutmamanın getirdiği rahatlıkla “ölüm ve yaşam”dan bu kadar kolay bahsediyorum elbette. Tüm varlıklarını bu dünyada geçirdikleri kısa bir süreye adamış, burada kurdukları küçük çöplüklerin büyük horozu olmayı bir maharet sanmış ve de sanmakta olanlar, beni ayıplayabilir, ama bana ne…

Kişi kendinden bilir işi

Çölaşan, bir de (hala kaldıysa) okuyucularına, “Size medya gerçeklerini kısaca anlatmaya çalışıyorum,” diyerek bizlerin verilen “ödevlerimizi” iyice çalışarak önceden soruları ezberleyip ekran karşısına çıktığımızı söylemiş. Kişi kendinden bilir işi… Malum zat bir zamanların “Genelkurmay gazetecilerinden” biri olarak, muhtıra veren askerlerin karşısında sesleri içlerine kaçmış halleriyle sordukları soruları anımsıyor olmalı. Gazetelerinden, köşelerinden kurdukları kumpaslar yetmeyince askeri göreve çağıran, onların karşısında ise tir tir titreyenler, halk tarafından seçilmiş bir cumhurbaşkanına saygı duyarak soru yönelttiğimiz için aşağılamaya çalışıyor ya; bana bu vaziyet güldürmeyen vasat bir fıkra gibi geliyor. Geçtiğimiz günlerde CHP/HDP yandaşı televizyon kanallarından birinde konuk ettikleri İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanını niye “Milli Şef” İsmet İnönü’yü karşılarmış gibi karşıladıklarını, bizlere “siz yandaşsınız” diyerek kendini “özgür gazeteci” olarak adlandıranlardan birine niye gereken soruları sormadığı sorduğumda aldığım cevap şu idi: “Beş milyon kişinin oyunu almış birine parmak mı sallayacağım?” İBB Başkanı’na parmak sallanamıyor ama bu ülkenin yüzde 52’sinin oyuyla seçilmiş Cumhurbaşkanı’na “ateş edilmesi” gerekiyor. Vay bu ülkenin “özgür gazetecileri”nin haline…

Gençler onu iyi tanımalı

Bizleri “Bidon kafalılar, göbeğini kaşıyan adamlar” diye niteleyen, Çölaşan’ın halk düşmanı yakın arkadaşı Bekir Coşkun’u da gazeteci diye yutturmaya çalışıyorlar. Dünü yaşamamış gençlere Çölaşangillerin ne olduğunu hele bir anlatalım.

Emin Çölaşan gazeteci/yazar mıdır?

Hayır, o özlediği Türkiye’de asker postalı yalayıp köşe karalayan biridir. Askeri karargahlara girip brifing alarak, örneğin 28 Şubat öncesi Çevik Bir’e “Paşam silah kullanacak mısınız?” diye “güya” sorup “Gerekirse silah bile kullanırız,” manşeti attıran adamdır. O ve onun gibiler bugün “o devirler geçti” diye delirir durur.

Emin Çölaşan gazeteci/yazar mıdır?

Hayır. Bir dedesi Abdülhamit Han’a ihanet etmiştir. Kendi iddiasına göre kendi sürgün yiyip “Fizan’a sürüldüğü” için soyadı olarak “Çölaşan’ı seçmiştir. Öteki dedesi ise İstiklal Mahkemelerinin kurucularındandır. Babası 60 darbecilerinin bürokratıdır. Halktan nefret eden İttihatçı/Kemalist ve darbeci/seçkin zümreden olduğu için paraşütle inip gazeteci olmuştur. Turgut Özal’dan o kadar nefret etmesinin sebebi de muhtemelen babasının onun döneminde devletteki görevinden ayrılmasından, yani şahsi hırsındandır.

Emin Çölaşan gazeteci/yazar mıdır?

Hayır. Emektar gazeteciler üç kuruşa tamah ederken o oturduğu yerden kirli bağlantıları sayesinde yazdığı yazıları “gazetecilik” diye yutturan biridir. Yıllarca parasını yediği, keyfine göre köşesinden yalanlar, iftiralar savurduğu için ödemek zorunda kaldığı tazminatları ödettiği Hürriyet gazetesinden kovulunca onlara bile düşman kesilmiş, “Kovulduk ey halkım unutma bizi,” diye kitap yazmıştır. Onu “ideolojik körlük”le bile suçlamaya değmez, çünkü kendinden ve paradan başka bir şey düşünmemektedir. Aydın Doğan bile onun için “Her seferinden benden 300-500 bin dolar götürdü” demiştir.

Emin Çölaşan gazeteci/yazar mıdır?

Hayır. Çünkü sahip olduğu o serveti, üzerine “tetikçilik” hizmeti vermeden yapması mümkün değildir. Hakkında on yıl önce çıkan dokuz milyon dolarlık banka hesapları, milyonlarca liralık offshore para hareketleri ile ilgili “yalan” diyebilmiş ama açabildiği tek dava bankacılık kanunu kapsamında “sır açıklamak” üzerinedir.

Emin Çölaşan gazeteci/yazar mıdır?

Hayır. Eşi Tansel Çölaşan Danıştay eski başkanvekilidir; Danıştay saldırısında “Alparslan Arslan Allah’ü ekber diye bağırdı,” provokasyonunun sahibidir. Halkı sürekli cahillikle, eğitimsizlikle suçladığı için bolca tazminat ödemiştir. Gençleri sokağa çağırmaktan çekinmemiş, 60’ların, 80’lerin hazırlayıcısı üniversite olaylarını hayal ederek öğrencileri kandırmayı çok kez denemiştir.

Emin Çölaşan gazeteci/yazar mıdır?

Hayır. 1992’de utanmadan yaptığı “Koalisyon benim evimde kuruldu” açıklaması Hürriyet’te manşet olmuştur. Uğur Mumcu ile karar vererek akrabası Hüsamettin Cindoruk ile Hikmet Çetin’i biraraya getirip ikna ettiklerini, böylece 1991’de “DYP-SHP” koalisyonunu kurduklarını söyleyerek “gazetecilik” anlayışının ne olduğunu ortaya yüzü kızarmadan koymuştur.

Emin Çölaşan gazeteci/yazar mıdır?

Hayır. O ve arkadaşları kendini “devletin sahibi” sanır; siz ve de biz onlar için bu yüzden hırsızızdır. Çünkü seçimlerle oy verip oy alıp “onların olanı” çalmışızdır.

İnönü zihniyeti

Siyasetçi, gazeteci, akademisyen olmak, yani yönetmek, yöneltmek ve yönlendirmek onların “doğuştan” gelen hakkıdır. Onlar CHP’nin unutulmaz “halka rağmen halk için” sloganının sahibi, Milli Mücadele zamanında bile askere “Millet sizin düşmanınızdır” diyen İnönü zihniyetinin taşıyıcılarıdır.

Emin Çölaşan gazeteci/yazar mıdır?

Hayır. “Bizim yapamadığımızı Fethullah Gülen yaptı,” deyip, “Fuat Avni nerelerdesin, iki milyon takipçin seni özledi” diye yazıp, “Apo’nun HDP’sine, Gülen’in FETÖ’süne niçin destek vermeleri gerektiğini arkadaşlarıyla istişare ettiğini” anlatıp bunları yazarken ne kadar alçaldığını bile fark edemeyecek kadar hırslanmış bir “hasta adam”dır.

Ha bu arada, “Paradan altı sıfır atılırsa Taksim meydanında eşşekler gibi anırırım,” demiş ama hala anırmamıştır.

Ama yiyemedikleri Recep Tayyip Erdoğan’ı devirme arzuları kursaklarında kaldığı için işte böyle kenardan köşeden anırmaktadır.

Emin Çölaşan merak etmesin, Türk Halkı onu ve yaptıklarını unutmayacaktır. Çünkü o da benzerleri gibi, Türkiye’nin en karanlık günleri akla geldiğinde ilk sıralarda anılacak, adı zikredildiğinde tiksintiyle hatırlanacaktır.

Yazı Hakkında ki Düşünceniz?
Çok Beğendim
0%
Beğendim
0%
Orta Karar
0%
Sevmedim
0%
Hiç İyi Değil
0%
Yazar Hakkında
Merve Şebnem ORUÇ