BİZ BU FİLMİ GÖRDÜK

Okuduğunuz Yazı
BİZ BU FİLMİ GÖRDÜK

İçerik

Yaşananlar bu günün sıkıntısı değil.
Kökleri yılar öncesine dayanan bir öfkenin, nefretin hatta kan davasının yeniden harlanması.
Millete daha doğrusu milletin tercihlerine duyulan rahatsızlığın ete kemiğe bürünmesi.
1946 seçimlerinde sözde tek parti dönemine nokta konulup, çok partili sisteme adım atılmıştı.
Ancak bu adım kontrollü bir adımdı. Yani dağdaki çobanın, göbeğini kaşıyan bidon kafalının kendi özgür idaresiyle tercih kullanmasına izin verilebilir miydi?
CHP’ nin Kendi koydukları kurallarla, kendi denetimleri altında kendi adaylarını sandıktan çıkmış gibi gösteren resmi tiyatronun adı “açık oy, gizli tasnif” idi.
Tek Parti döneminden çok partili sisteme geçildiği yıl olan 1946 da CHP bu sistemi başarılı bir uygulamayla hayata geçirip sözde demokratik adımları fazlasıyla atmıştı kendince.
21 Temmuz 1946 da yapılan milletvekili seçimlerinde de iktidarı ele geçirmeyi başarmış ama 1950 de Tek Parti hegemonyasının yıkılmasına engel olamamışlardı.
İşte millete düşmanlıklarının miladı da bu tarihe denk gelir.
Bu tarihten sonra girdikleri hiçbir seçimi tek başına kazanamamalarının verdiği hayal kırıklığı, biriktirdikleri öfke ve bu sonucu onlara yaşatanlara duydukları düşmanlık sonraki kuşaklara genetik bir miras gibi taşındı durdu.
Gelinen son nokta Kemal Kılıçdaroğlu’ nun YSK kararını açıklamasından sonra yaptığı açıklamalardaki tehdit ve nefret dolu ifadelerden anlaşılacağı gibi tıpkı 1946 da olduğu gibi sandık oyunlarıyla kazanmayı kendilerine hak görmeleri.
YSK’nın İstanbul seçimlerini iptal etmesi üstüne kopartılmak istenen fırtınanın sebebi bu.
Demokrasi, sandık, hak, hukuk adalet kavramlarına duyulan saygı sadece kendi amaçlarına hizmet etmesiyle sınırlı.
YSK seçimi iptal etmeseydi Hukuk kazanacaktı, adalet yerini bulacaktı, vicdanlar rahatlayıp, demokrasimiz önemli bir sınavdan başarıyla geçmiş olacaktı.
Ama gelin görün ki YSK’ nın iptal kararını vermesiyle çılgına dönen, beyni ve dili arasındaki koordineyi kopartan Kılıçdaroğlu’ nun yaptığı açıklamalar utanç verici.
Ana Muhalefet Partisi genel başkanı sorumluluğuyla değil de adeta mafyavari bir duruş ve söylemle YSK ya ve üyelerine söylediği sözler kabul edilebilir gibi değil.
Devlete, devletin kurumlarına ve yetkililerine amiyane tabirle adeta dayılanan bir liderin bu hastalıklı tavrı partiyi de etkiliyor doğal olarak.
YSK üyelerine sizi Kızılay’ da gezdirmezler yüzünüze tükürürler” tehditinden sonra gelinen çete ve çete üyesi suçlamasının bir bedeli olması ve bu bedelin de ödetilmesi lazım.
Gazi meclis çatısı altında çaptan düşen bir komedyen ağzıyla “ kaynayan kazan taşmaz mı, sandıkları aşmaz mı, seçmenin oyunu yok sayan darbeyle buluşmaz mı” diyerek darbe manileri okuyan CHP’li milletvekiline cevap vermek bile zül sayılır.
Ama tıpkı FETÖ cüler gibi şuursuzca “darbe” sakızı çiğneyenlere hodri meydan diyoruz. 15 Temmuz’dan ders almamışlarsa yeni dersler vermeye hazırdır bu millet.
Milleti adeta provoke eden söylemleriyle tansiyonu hiç düşürmeye niyeti olmayan CHP’nin ayrıştırıcı, hukuku yaralayıcı ve demokrasiyi tehdit eden tavırlarının bir virüs gibi yayılıp toplumu baskı altına alma çabalarına geçit verilmemeli.
Yok öyle yağma.
Hak ettiği sertlikle, gerektiği kadar ciddiyetle ve kararlı bir duruşla tepkimizi göstermeliyiz her platformda.
Halka umut ve proje vaad etmek yerine FETÖ nün metaforlarıyla kaos çığırtkanlığı yapılmasına izin veremeyiz.
İktidarı kazanmak uğruna şeytani yapı FETÖ ile girdiği kirli ilişki partinin dengelerini altüst etmiş.
CHP nin ve adeta efsunladığı kemik bir kitlenin bakış açısını değiştirmek zor.
S 400 nedir ne işe yarar
ABD’nin ekonomik yaptırım tehditleri ne anlama geliyor
Akdeniz havzasındaki sondaj çalışmalarının ülkeye kazanımları ne olacak
AB yetkililerinin Türkiye açıklamalarının anlamı nedir
Suriye’ de ABD destekli PKK/YPG terör örgütü Türkiye’ nin bekasına karşı hangi hamleler içinde?
Bu ve benzeri sorulara cevap, ellerine alıp kulak tırmalayan seslerine aldırmadan patır kütür çaldıkları tencere tavayla veriliyor.
Bizim kulağımızı tırmalayan bu sese yurt dışından gösterilen ilgi de aynı çapsızlıkta.
ABD Dışişleri Bakanlığı sözcüsü yaptığı açıklamayla “Yüksek seçim Kurulu 31 Mart seçimlerinin sonuçlarını onayladıktan sonra seçimi tekrar etme kararı almıştır. Biz de Türkiye’ nin diğer dostları gibi bu sıra dışı kararı not ediyoruz” buyurmuş.
Abilerinin öncülük yapması içerdekilerini de cesaretlendirdi doğal olarak.
GS Divan Kulübü üyesi yaptığı konuşmada CHP’ nin amigoluğuna soyunup “23 Haziran’da her şey güzel olacak” dedi.
Sanki içlerine FETÖ kaçmışçasına, neyin kafasını yaşadıkları bilinmez ama söylenenleri GS kulübüne yakıştırmak olmaz.
Tabii burada bulaşıcı bir virüs gibi yayılan kendini belli etme, ben de sizdenim, beni de görün, ben de konuşuyorum telaşıyla eteklerdeki taşlar kürek kürek dökülüyor ortalığa.
GS Divan kulübü üyesini anlarım. Hakan Şükür ve Arif Erdem’in üyelikten çıkartılmasına izin vermeyip reddetmemişlerdi. Yani ellerine 251 şehitin kanı bulaşmış bir terör örgütü üyesiyle aynı çatı altında bulunmaktan gurur duyacak kadar şirazesi kaymış bir anlayışın bu söylemi abes değil.
KOÇ Holding CEO su Cengiz Eroldu’nun Venedik Bienali Türkiye Pavyonu açılışı öncesi yaptığı konuşmasını “her şey güzel olacak “ sözleriyle bitirmesini de anlarım.
Grubun patronlarının “ananas kardeşliğini” düşünürsek, CEO su da kendi çapında destek vermiş şaşırtıcı bir durum değil.
Suratında mercekle arasanızda zerre kadar vicdani bir pırıltı bulamadığınız PKK nın dağ kadrosundan emekli terörist eskisi kılıklı Kati Piri’ nin :” Erdoğan yenilgiyi kabul etmiyor ve halkın iradesine karşı çıkıyor” sözleri de hiç şaşırtmaz bizi. Türkiye ve Erdoğan düşmanlığı tescilli terörist sevici fıtratının gereğini yapmış.
John Dündar’ın manevi babası Almanya Cumhurbaşkanı Frank Walter Steinmeier de YSK kararını beğenmeyenler arasında. Onu da anlarım.
Belçika eski Başbakanı Guy Verhofstadt .”Türkiye’ nin YSK’nın kararıyla diktatörlüğe savrulduğunu söylemiş. Olumlu bir laf etse şüphe duyup üzülürdüm. Yani bu da bizim için yok hükmünde.
Tıpkı Avusturya Başbakanı atarlı ergen Sebastian Kurz’un ettiği lafların ciddiye alınamayacağı gibi.
Bu isimler ilk aklıma gelenler. Daha liste kabarık ama aynı nefret korosunun ağızlarından salyalar akarak Türkiye ve Erdoğan’a saldırmalarına ilk defa şahit olmuyoruz.
Irak’ta, Afganistan’da, Suriye’de, Yemen’de, Libya’da Venezüella’da demokrasinin ve insanlığın ırzına geçmekten utanmayıp bir de bu alçaklıktan gurur duyanların bize yapacakları övgü küfür gibi gelir.
Susturulmaya çalışılsa da, Dünyanın, insanlığın ve mazlumların en gür ve güçlü sesi Erdoğan’a olan nefretlerinin sebebini çok iyi biliyoruz. Basit gibi görünse de irrasyonel bir tespit gibi değerlendirilse de yine de söyleyeceğim.
Erdoğan’ı, Başkanlık sistemini yıkıp, bölgede ve dünyada belirleyici güç olmamızı engellemek için oynanan kirli oyunun sıklet merkezi İstanbul.
Medya maymunlarının tencere tava çalarak dikkati başka yerlere çekmelerine rağmen gerçek budur.
Yani üst aklın topyekün bir saldırısıyla karşı karşıyayız.
GEZİ de, 15 Temmuz’ da yaşadıkları hüsrandan çıkardıkları derslerle farklı metodlarla donatılıp piyasa sürülen algı operatörleri 7/24 durmaksızın çalışıyor.
Evelallah bunların da üstesinden geliriz.
15 Temmuzu yaşamış ve destan yazmış bir millete hiç kimse dayatma yapamaz.
Ama özellikle İstanbul seçimleri ve YSK kararından sonra yaşadıklarımız bu tehlikeyi hiç de hafife almamamız gerektiğine işaret ediyor.
Amerikan projesi her ayrıntısı düşünülerek hayata geçiriliyor.
Gömleğinin renginden, halka hitap ederken gömleğinin kollarını kıvırmasından, ses tonundan, hitap tarzından, yaptığı ziyaretlerden, çektirdiği fotoğraflardan, verdiği mesajlara kadar her detayı planlı bir projenin uygulayıcı aktörü İmamoğlu.
Amerikan rüyasının aslında filmlerle sınırlı olmadığını, gerçek hayata da uyarlanabileceğini çarpıcı senaryolarla inandırmak istiyorlar bize.
Ekmeleddin İhsanoğlu projesinin rötuşlanıp, geliştirilmiş bir versiyonudur Ekrem İmamoğlu.
31 mart seçimlerinden önce adı sanı duyulmayan sıradan bir ilçe belediye başkanının 3 ayda Türkiye’ nin ana gündemine oturtulmasını siyaset sosyolojisinin rehberliğinde açıklayamazsınız, olmaz.
Adeta her sekansı uzun uzun düşünülüp planlanmış bir senaryonun başarıyla uygulanması diyebiliriz.
Hele hele Belediye Başkanlığı kampanyası sürecinde ve daha sonra mazbatasını geçici olarak aldıktan sonraki yaşananları alt alta sıralayıp topladığınız zaman elde edeceğiniz sonuç içimizi karartmaya yetiyor.
Marjinal örgütlerin sözcülüğünü yapan GEZİ provokatörü bir ismin, kurucu partinin temel kolonlarını kazma kürek yıkarak ilerlemesini ve adeta Genel Başkanın önüne geçip rol çalan bir konuma gelmesini de tesadüf olarak görmeyin.
Canan Kaftancıoğlu’ nun GEZİ’ de gösterdiği “üstün vandallık hizmetleri” sonucunda önce İl Başkanlığıyla ödüllendirilip, daha sonra da Büyükşehir Belediye Başkanı aday belirleme sürecinin tek yetkili kişisi olması sağlanmıştır.
Aday belirlendikten sonra başlatılan seçim kampanyasında ve en son vip minibüste mazbatayı almaya giderken en yakın yol arkadaşının İyi Partili Buğra Kavuncu olması da hayli ilginç.
Kavuncu’ nun İyi Parti İstanbul İl Başkanı olmasının ötesinde FETÖ operasyonlarında tutuklanan eski MİT’ çi Enver Altaylı’ nın yeğeni olduğunu hatırlayınca İstanbul seçimlerine nasıl bir anlam yükleyeceğimiz daha iyi anlaşılıyor.
Bunları karşı cephe olarak görüp bir şekilde mazur görebilirsiniz.
Ancak sırtınızı dayadığınız, mücadele arkadaşı olarak gördüğünüz ve onların belirli makamlara gelebilmesi için ağır bedeller ödediğiniz insanların da aslında karşı cephenin gizli neferleri olduğu anlaşılınca yaşadığınız hayal kırıklığı tarif edilir gibi değil.
Yukarıda bahsettik.
31 Mart seçimleri sürecinde duruşları ve yorumları belli nefret savaşçılarının sözlerini ciddiye almıyoruz.
Ancak içimizden, bizden görünenlerin tepkisine şaşırmamak elde değil.
Şaşırmak da değil. İnsanın içinin burkulması, yüreğinde bir şeylerin kopması, ya da biz bunu hak etmedik duygusu…
İnsanın sadece hafızası değil vicdanı da unuturmuş bunu gördük.
Geriye doğru bakıp, Erdoğan’ ın öyle olaylarda öyle duruşlarla bu insanları vesayet çakallarına yem etmediğini hatırlayınca daha da üzülüyor insan.
Bırakın kardeşlik hukukunu, dava arkadaşlığını ahde vefayı, zerre kadar vicdanı olan bir insanın yaşanan olaylar karşısında tepkisiz kalamayıp gerçeği haykırmasını beklediğiniz bir yerde, mağduriyet baronlarının sözcülüğünü yapmaları akıl alır gibi değil.
Üstelik ülkeyi ilgilendiren ve haklılığımız ayan beyan ortada olan pek çok konuda tek kelime etmeyip iş Erdoğan ve ülke Bekası olunca kafa uzatmalarını samimiyetten uzak bulup bu çıkışı yapanları da projenin gizli halkaları olarak okuyoruz.
Emperyalizmin, kirli oyunlarını ve yerli aktörlerini demokrasi sosuna bulayıp millete umut diye dayatmasını iyi görmek lazım.
Kılıçdaroğlu’ ndan Gandi yaratma çabası büyük bir hayal kırıklığıyla sonuçlandıktan sonra, İmamoğlu’ na Guadio rolü biçenlerin kirli planlarını görüyoruz.
Ya 15 Temmuz gibi meydanlarda, ya da 23 Haziran gibi sandıklarda.
Biz bu kirli oyunu bozarız.

Yazı Hakkında ki Düşünceniz?
Çok Beğendim
0%
Beğendim
0%
Orta Karar
0%
Sevmedim
0%
Hiç İyi Değil
0%
Yazar Hakkında
Tahsin YILDIZ