Biz cambaza bakarken devleti soyanlar şimdi nerede? GÖRÜNMEZ EL; BİR SOYGUN HİKÂYESİ
Saçlarına beyaz düşmüş ama güzelliğini muhafaza eden Aylin hoca üniversitede bankacılık dersleri verirken içeriye onun da hoca olduğu her halinden belli bir adam girer… Kendinden emin “Aylin hocam izin verirseniz bu dersi ben anlatayım” der. Öğrenciler şaşkındır. Aylin hoca da şaşırmıştır ama yadırgamaz, “Buyrun” diyerek tebeşiri uzatır.
Yıl 2013’tür…
Adı Eray olan hoca tahtaya şu soruyu yazar:
“BANKA SOYMANIN EN KOLAY YOLU NEDİR? “
Öğrenciler birbirine bakar.
Saniyeler sonra masasının kenarına ilişmiş olan Aylin hoca mırıldanır:
“BİR BANKA SAHİBİ OLMAK”
Tabii dijital platformunda yayına giren YANKI-GÖRÜNMEZ EL dizisinin ilk bölümü bu çarpıcı sahneyle başlıyor.
Sonra 2013 yılından flash back ile 1998-99 yılına ışınlanıyoruz.
Yani 28 Şubat, post-modern darbe sürecine.
Sahne, bir bankanın genel müdürünün emekliye ayrılmasıyla birlikte yerine gelecek kişinin kim olacağının dedikodusunun yapıldığı bir resepsiyonla açılır. Arkadaşları Eray’ı çok şanslı görürler. En büyük rakibi ise Aylin’dir ve son derece dişli bir kadındır.
Fakat Eray Genel Müdür olamayacağının haberini aldığında yıkılır. Ama aynı akşam Muasır gazetesinin Genel Yayın Yönetmeni, Abisi olan Cemal tarafından çağrılır. Ona bir adres ve görüşmesi gereken kişinin adı söylenir; Teoman bey. Bir otelin en üst katını tamamen işgal eden acayip ve karanlık bir kişilik. Bu buluşmanın sebebini çözemeyen Eray’a bir zarf uzatır. Bankanın genel müdürünün kendisi olacağını ama bu zarfı açıp içinde yazılı finansal işlemi uyguladığı takdirde bunun gerçekleşeceği söylenir.
O finansal işlem nedir?
Maliye Bakanı ne demiştir de birilerinin kasasını tepeleme dolduracak o finansal işlem için fırsat kapısı açılmıştır.
Bu kadar spoiler yeter diyelim ve geçelim.
Evet, 90’lı yılların sonuna doğru gidiyoruz dizide.
Bozulup bozulup yeniden kurulan koalisyonlar, “İrtica tehdidi” gerekçesiyle iktidardan düşürülen bir siyasal parti, arka plânında yabancı istihbarat örgütlerinin bulunduğu aşikâr olan askeri vesayetin anlı şanlı figürleri ve onlarla iş, siyaset ve medya dünyasında iş tutan, ülkeyi perde arkasından yöneten karanlık tipler.
En çok da bu vesayet ortamından kana kana, gani gani, balya balya banknotlarla yararlanan bugün de huyu hiç değişmemiş olan TÜSİAD ve patronlar dünyası.
CAMBAZA BAKTIK CEPLERİMİZ BOŞALTILDI
Dekorun bir bölümünde soygun hikâyesine paralel akan mevzu ise “islamcı” denilerek cezaevine atılanlar, “Şirketleri batırılan dinci” ler ve tabii üniversitelerde okuma hakları ellerinden alınmakla kalmayıp ikna odalarında işkence gören, eylem yaptıkları üniversite önünde coplanarak, tartaklanarak gözaltına alınan başörtülü kız öğrenciler.
Bu kötücül toplumsal mühendislik projesi 28 Şubat süreci denildiğinde aklımıza gelen ilk hatıra oluyor.
Oysa buna paralel olarak ilerleyen bir siyaset dizaynı ve sermayenin belirli ellerde konsolide edilmesine yönelik operasyon bu sürecin en az konuşulur yanı oldu hep. Biliyoruz ki başörtülü genç kızların okuma hakkı elinden alınırken Türkiye’nin seküler kesimlerinin gözleri bağlandı, onlar “irtica” tehdidi ile iyice alıklaştırılarak yapılan soygunu görmemeleri sağlandı.
YANKI-Görünmez El dizisi, 28 Şubat sürecindeki insan hakları ihlallerini yan hikâye olarak bize hatırlatırken asıl gözden kaçırdığımız BANKA VE DEVLET SOYGUNUNU bize detaylarıyla anlatıyor. Hem de sinema, dizi anlatım tekniğini çok başarılı biçimde kullanarak.
DİZİNİN ANLATIM TEKNİĞİNDEKİ BAŞARI BENİ ŞAŞIRTTI
Geç başladım diziye.
Doğrusunu söylemek gerekirse bunun sebebi, tolerans göstermeye zorlanacağım klişeler ve propagandalarla dolu bir diziyle karşılaşacağım korkusuydu. Böylesi örnekleri maalesef çok gördük.
Ama size yukarıda aktardığım girişteki o sahnesinden başlayarak dizi beni ilk andan itibaren kendine bağladı. Şaşkınlıkla, hayretle, kendi kendime bravo diye mırıldanarak seyrettim.
Dönemin imtiyazlı elit kesiminin ülkeyle nasıl bir oyuncak gibi oynadığı tekrar gözlerimin önünde canlandı.
Ama dizide en çok beğendiğim yan da finansal meselelerin bu işleri bilen kişiler tarafından yazılması, büyük oyunculuklardan kaçınılması, karakterlerin karikatürleştirilmemesi, iyi ya da kötü tasnifi yapmak yerine olayların akışında rolleri olanların o karakterin gerektirdiği gibi davranmasının sağlanmasıydı. Bu bir senaryo başarısıydı şüphesiz. Senaristler Ozan Aksungur, Oğuz Ayaz ve Ozan Ayaz’ı bu bakımdan candan kutluyorum ama onların arkasında Proje Tasarımcısı İbrahim Altay ile finansal-ekonomik konularda diyaloglara sahicilik katan destekleriyle diğer danışmanları da tebrik ediyorum.
Çünkü bir dizide ya da filmde finansal ya da teknik konuların diyaloglara yedirilmesi ustalık, sıkı ve disiplinli bir çalışma gerektirir. Hem bu işlerden anlayan, burnundan kıl aldırmayan izleyiciyi tatmin etmelidir hem de finansal meseleleri iyi anlamayan seyirciyi yakalamalıdır. İşte dizi tam da bunu yapıyor. Kutlarım.
Yönetmen olan Ozan Aksungur oyuncuları çok iyi yönetmiş. Tüm oyuncular nüanslı, ölçülü ve yüzleriyle oynuyor. Cihangir Ceyhan, Ragıp Savaş, Erkan Petekkaya, Onur Saylak, Duygu Sarışın, Sinem Ünsal ve diğer tüm oyuncuları çok beğendiğimi belirtmeliyim.
İNCELİKLİ VE UNUTULMAYACAK SAHNELER
Gece kulübü dekoru çok iyi. Tam o dönemin jet setinin gittiği mekânlardan. Şarkıcı da keza öyle sırf dekor olsun diye yalap şap geçiştirilmemiş. Onun bile hikâyesi küçük de olsa yedirilmiş senaryoya. Kadın oyuncuların kıyafetleri çok başarılı ama erkek oyuncuların bazılarının elbiseleri üzerlerinde emanet gibi durmuş.
Bir de Genel Yayın Yönetmeni Cemal’in Eray’a tenis kortunda verdiği ders var ki izlemelere değer. Eray’ın uzak olduğu o jet set dünyasında en tepede olanlarla onların yönettiklerinin arasındaki “Arkadaşça” ilişkinin nasıl sınıfsal farklılıklar içerdiği, tarafların kendilerine biçilen rolleri sahici biçimde oynamaları durumunda başarılı olabileceklerini anlatan bir TİRAD bu. Ancak onun bu anlatımı esnasında tenis oynayan büyük patronun kızı Berrin(Sinem Ünsal) ile Banka Müdürü Aylin(Duygu Sarışın) arasındaki maçın skorunu belirleyecek maç sayısının yapılış biçiminden, karakterlerin yüzlerindeki ifadeye kadar aktarılan oyunculuk başarısı muazzam. Hele Aylin’in maçın sonucunu etkileyecek Berrin’in son atışını çok zarif ve anlaşılmayacak biçimde es geçerek sözümona kurtaramayışı, sonrasındaki “Hay Allah” deyişindeki “gerçeklik” duygusu öylesine rafine ki hem oyunculuğa hem de yönetime hayran kaldım. Tabii Berrin rolündeki Sinem Ünsal’ın ölçülü resmiyetine ve hakimiyet ifadesine de.
Dizide eksik olan, daha doğrusu yeterli bulmadığım husus, öğrenim hakları için mücadele eden diğer başörtülü çocukların aileleri ve onlardan Eray’ın yeğeni dışındakilerin de hikâyeleri.
Kısaca tavsiyem bu diziyi herkesin izlemesi.
Çünkü tekrarı yok bunun.
Bundan sonra sahneye konulacak oyun hiç beklemediğiniz yerden gelecek.
Bu yüzden oyuncuları iyi tanımalısınız.