Büyük yolculuğa yeniden başlamaya var mıyız?

Okuduğunuz Yazı
Büyük yolculuğa yeniden başlamaya var mıyız?

İçerik

Üçüncü dünya savaşının barut kokuları burnumuza gelmeye başladı. İsrail, Filistin’den sonra Lübnan’ı işgal ediyor; nerede durdurulacağına dair kimsenin bir fikri yok. İkinci sömürge çağı başlamış durumda. Kaos senaryoları birbirini kovalıyor; Ukrayna-Rusya Savaşı karadelik gibi bütün Avrupa’yı içine çekiyor.

Dünyada kızıl kıyamet koparken, yeniden başlamak fikri nereden çıktı? Tam da dünyamız içinden çıkılmaz bir sürece girdiğinde, ancak siyasal bilinci yüksek, kişisel çıkarlarını bir kenara bırakmış, millet, memleket, tarih ve kültür meselelerini önceleyen bir nesil, bu kaos ve kargaşadan ülkeleri çıkarabilir.

Milletlerin idealist olduğu dönemler vardır, aynı zamanda ideallerin sıradanlaştığı dönemler de. Bu millet, büyük bir millettir; dünyada kurulmuş imparatorlukların yarısını kurmuş ve Osmanlı devletini medeniyete dönüştürmüştür.

Emperyalistler, kendi imparatorluklarını kurduktan sonra, geri kalan milletlerin kaderiyle oynayıp durmuşlardır. Kim onların sömürge çıkarlarına karşı çıkmışsa ya iktidarlarını yıkmışlar ya da liderlerini uzaklaştırmışlar ya da toplumsal kargaşa çıkararak darbeler yaparak ülkelerin dengelerini bozmaya çalışmışlardır.

Abdülhamit devrinde Osmanlı devletinin ve Sultan Abdülhamid’in dünya Müslümanları üzerindeki nüfuzunu konu alan bir Avrupalı düşünür, ancak Abdülhamid’in yumuşak karnının İstanbul’daki siyasi ortam olduğunu belirtmiştir.

AK Parti hükümetleri yirmi yıldır iktidarını sürdürmektedir. AK Parti’nin omurgasını oluşturan geniş kitlenin tamamı, büyük bir mücadele kültüründen gelmektedir. Sıfırdan başlayarak bu ülkede parya gibi yaşarken, iğneyle kuyu kazarak iktidara yükselmişlerdir. İktidara gelirken Cumhuriyeti demokratikleştirmenin ötesinde, yeni bir dünya kurmak gibi bir hayalleri vardı.

Büyük Türkiye ve bölgesel güç olma iddiası, bu büyük hayalin yansımalarıdır. Türkiye’nin devlet olarak geldiği nokta, milletimizin geleceği açısından gurur verici; aynı zamanda düşman ülkeler tarafından da endişe verici bir durumdur.

Bugün temel sorun olarak ortaya çıkan durum, bu noktada düğümleniyor. Bireysel özgürlüklerden başlayan yarım asırlık bir mücadele ile iktidara gelen kitleler, 20 yıl devletle çalıştıktan sonra güçlü bir liderin varlığı sayesinde bireylerin, sivil toplumun ve milletin sorumluluğunu Cumhurbaşkanımızın omuzlarına yüklemiş durumdalar.

Bireyler, irili ufaklı sivil toplum örgütleri, siyasi mekanizmanın temsilcileri olarak hiçbir çaba ortaya koymadan, gölgede kalmayı tercih etmekteler.

Bireylerin özgürlük mücadeleleri ve devletlerin elde ettiği kazanımların kalıcı olmadığının farkındayız. Küresel güçler, tam bağımsızlık yolunda adım adım ilerleyen, düşmanlarla baş edebilecek güçlü bir Türkiye istemiyorlar.

Küresel güçler ve içerdekilerin nöbetini tutanlar, güya modernlik ve laiklik beklentileriyle, askeri, siyasi ve ekonomik vesayet eliyle Türkiye’yi tekrar eski vesayetçilerin kölesi haline getirmeye çalışıyorlar.

Her iki tehdit karşısında mücadele etmek için, bireylerin siyasal perspektifi ve sivil toplumun meseleleri kendi meselesi olarak görmesi gerekiyor. Siyasi partilerin ise mücadelelerin, yüzyıllık büyük bir direniş meselesi olduğuna inanarak daha kurumsal, daha mücadeleci ve daha yüksek bir vizyonla hareket etmeleri gerekmektedir.

Bu kadar uzun yoldan gelmiş, 23 yıldır iktidarda olan bir topluluğa yeniden başlamak veya sıfırdan başlamak teklifi, başa dönmek anlamına gelmiyor; burada amaç sorumluluğun ve meselenin bitmediğinin hatırlatılmasıdır.

Birçok milletin tutumunu, düşmanın tavrı belirler. Sizin ne kadar laik, ne kadar sosyal demokrat, ne kadar liberal, ne kadar dindar olduğunuza bakmadan, emperyalistler sizi köle olarak görüyor ya da yok edilecek insanlar olarak değerlendiriyorlar.

Üniversitelerde başörtüsü serbest olduğunda, İstanbul Üniversitesi’nde 80 yaşında emekli bir hoca okulda görülmeye başlar. Genç bir hukukçu sorar: “Hayrola hocam, bugünlerde sizi okulda sık görüyorum.” Hoca, “Bugün başörtüsü okullarda serbest bırakıldı; ben öğrencileri tespit edip iktidar değişince diplomalarını iptal ettireceğim,” der. Öğrenci ise, “Hocam, iktidar bir on yıl daha kalıcı gibi,” Hoca ona döner: “Evladım, elli yıl kalacak değil ya,” der.

Ünlü hukukçu aynı zamanda masondur. Bu ülkede demokratikleşme devrimini geri döndürmek için nöbet tutan hatırı sayılır bir kitle var ve Batılı devletlerin hayal ettiğini hayal eden, özünden koparılmış milyonlar mevcut.

Küresel tehditler ve iç tehdide karşı tek bir çözüm var: Siyasal bilince sahip olmak ve Türkiye’nin demokratikleşme devrimini sürekli kılmak; aynı zamanda Türkiye Yüzyılı gibi bir “kızıl elma” rüyası peşinden koşmak. Semerkant, Buhara, Taşkent’ten yola çıkanlar gibi.

Yazı Hakkında ki Düşünceniz?
Çok Beğendim
0%
Beğendim
0%
Orta Karar
0%
Sevmedim
0%
Hiç İyi Değil
0%
Yazar Hakkında
İhsan Aktaş