‘Değerli yalnızlık’tan ‘küresel aktöre’ dönüşümün hikayesi
Kaddafi’nin devrilip linç edildiği günlerdi. Türkiye de tahliye işlemlerine başlamış, sahayı Fransa’nın başını çektiği Batılı güçlere terk etmişti. Dönemin Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun bunda payı ne kadardı, emin değilim; ama o günlere ilişkin aklımda kalan tek şey, Davutoğlu’nun Libya’yı ne kadar çabuk boşalttığımıza, tahliye ettiğimize dair övünen açıklamalarıydı.
Libya’ya tekrar dönmemiz biraz zaman aldı. BM’nin tanıdığı meşru hükümet (UMH) ile yapılan anlaşma, Akdeniz’in anahtarının bir anda Ankara’nın eline geçmesini sağladı. Akdeniz’de denklem dışına itilmeye çalışılan Türkiye, Libya ile varılan anlaşmayla bir anda kilit bir aktöre dönüştü.
Libya’da barışın garantör ülkelerinden biri şimdi Türkiye. Ankara, Moskova ile beraber tıpkı Suriye’de olduğu gibi, Libya’da da barışı sağlayan garantör ülkelerden biri haline geldi. Cumhurbaşkanı Erdoğan, dün Berlin’de Putin ile beraber gözlerin çevrildiği liderlerden biriydi. Libya Konferansı’nın gözde ülkesi hiç kuşkusuz Türkiye’ydi.
Muhalefetin, özellikle de CHP’nin, Suriye ve Libya konusunda tutarsız ve mantıksız itiraz ve kara çalmalarının sebebi işte biraz da dün Berlin’den dünyaya verilen bu fotoğraftı. Putin, Macron, Merkel, Johnson ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın içinde olduğu kare, Türkiye’yi kötü göstermeye yönelik yıllardır devam eden kara propagandanın çöktüğünün açık ifadesiydi.
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, ısrarla Türkiye’nin Libya’da “tarafsız” kalmasını savundu. Yani İsrail, Yunanistan, Mısır, BAE, Fransa ve hatta Rusya olaya dahil olmuşken Kemal Kılıçdaroğlu, Ankara’ya Libya’ya dahil olmamasını tavsiye ediyordu. Libya’da ‘tarafsız kalalım’ demek, Akdeniz’den vazgeçelim demek oluyor ki, CHP’nin başındaki isim bunu rahatlıkla önerebildi!
Oysa Ankara’nın, Libya Ulusal Mutabakat Hükümeti ile yaptığı deniz yetki anlaşması ile asker gönderme kararı, Akdeniz’deki Türkiye karşıtı ittifak üzerinde adeta şok etkisi yarattı. Yunanistan, Güney Rum Kesimi, İsrail, Fransa, Mısır, BAE ve Suudi Arabistan’ın Türkiye’den habersiz Akdeniz’de büyük anlaşmalar yapması ve bunu hayata geçirmesi imkansız hale getirilmiştir.
Bu başarı kuşkusuz Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yürüttüğü liderlik diplomasisiyle mümkün olmuştur. Cumhurbaşkanı Erdoğan elbette Osmanlı’yı geri getirme derdinde ya da peşinde değil. Erdoğan, Suriye’de olduğu gibi Libya’da da barışı sağlamanın derdinde. Erdoğan, bugün Suriye’de milyonlarca insanın umudu olmuştur. Ankara devrede olmasa belki de milyonlarca insan daha Suriye’de hayatını kaybetmiş olacaktı. Şimdi Libya’da da durum bundan çok farklı değil. Türkiye ne petrol, ne gaz, ne de sömürgecilik peşinde koşuyor. Libyalılar da, bütün dünya da bu gerçeğin farkında. Tam da bu yüzden Türkiye’nin artan etkinliği dünyada yeni bir Osmanlı etkisi yaratıyor. Bu eleştirilecek değil, Türkiye açısından övünülecek bir tablodur. Zira bu, “değerli yalnızlık”tan bölgesel ve küresel aktöre dönüşümün de hikayesidir.