Deprem bölgesi olmanın sonuçları (3)

Okuduğunuz Yazı
Deprem bölgesi olmanın sonuçları (3)

İçerik

Şimdi şu meşhur “musibetleri fırsata çevirme” lafını etmenin zamanı, şimdi gerçek Türkiye Yüzyılı için fırsat zamanı.

Nasıl?

Eğer Türkiye’nin, Japonya gibi, Kore gibi bir deprem ülkesi olduğunu gerçeğini, inanarak önemseyerek ve gereğini yapmaya karar vererek benimsiyorsak, Türkiye Yüzyılı diye özetlediğimiz hamleler, atılımlar, etkinliklerin hepsini bir Japonya, bir Kore gibi olmaya harcamalıyız.

Bir deprem ülkesinde, her deprem mutlaka afetle hem de asrın en büyük afetiyle sonuçlanmak zorunda değil. Japonya’da 7.7 şiddetindeki depremler hemen her hafta olurken, ancak 9.1 şiddetindeki bir deprem 2011 yılında, o da yer sarsıntısıyla değil yol açtığı tsunamiyle yıkıma sebep olmuştu. 6 dakika süren bu deprem ve sonrasındaki dev dalgalar (izninizle bu kelimeyi kullanacağım: sadece) 18 bin ölüme yol açtı.

Türkiye Yüzyılı, bize Cumhuriyetimizin kazandırdığı kültürü, içerdiği demokratik kalkınma ve eğitim anlayışını deprem kültürüyle taçlandırma imkânı vermeli. Bunun için önce, daimi bir arama-kurtarma ordusu kurmalıyız. TSK gibi, her an “silahaltında” olacak bu ordu, depremlerimizin daha bir süre afetlerle sonuçlanacağı dikkate alınarak, seferberlik halinde göreve çağrılacak bir yedek kuvvete de sahip olmalıdır.

Deprem kültürünü gerçekten hayatımızın bir parçası yapmaya kararlıysak, iktidarıyla, muhalefetiyle TBMM’nin adeta oy birliğiyle çıkarttığı 18 “imar affı” yasasından 2018’dekinin gerçekten son olmasını sağlamalıyız. Kamu arazisine izinsiz yapılan binaların affı ile projesine uygun inşa edilmeyen binaların affını birbirinden ayırarak, artık bundan sonra, bulunduğu arazide beklenen depreme uygun olmayan, yani yıkılarak içindekilerin ölümüne, yaralanmasına, mal ve hizmet kaybına sebep olacak inşaatın sorumlularına, inşaatı yeniden yapsalar, onarsalar bile ağır ceza verilmesi, kültürümüzün bir parçası olmalıdır.

Bunu sağlamanın görünen tek yolu denetimdir; denetimin doğru yapılmasının yolu da rüşvet denen belanın hayatımızdan tamamen çıkartılmasıdır.

11 ilimizde 13 milyon kişiyi etkileyen, 220 bin konutun yok olmasına (bu kabaca 1 milyon kişinin evsiz kalması anlamına geliyor) sebep olan depremden bu yana geçen son 10 gün içinde, belki de internet tabanlı haberleşme, sosyal medya ve televizyonların reklamları-dizileri kaldırarak 24 saat sürekli yayın yapmalarının sonucu olarak, değişik bir sosyal tepki verdiğimizi gözlemlemek mümkün. Belki de afetin bu denli büyük, depremin bu denli şiddetli oluşu, belki klasik siyasal hır gürün içinde de olsak, bayağı zengin ve modernleşmiş bir ülkenin vatandaşları olarak, hiç beklemediğimiz bir anda 101 ülkenin yardımına, 84 ülkenin gönderdiği kurtarma ekiplerine, 42 ülkenin para yardımına muhtaç hale indirgenmiş olmamız… Bir şey, bu kez artık bu felaketin gerçekten son olması talebini ortak talebimiz haline getirmiş oldu.

Araba devrildikten sonra yol gösteren çok olur; şimdi, araba tamamen devrilmiş değil. 71 ilimiz, her şeyiyle hayatına devam ediyor. O halde gerçekten yılgınlık ve bezginliğe kapılmadan, şu deprem kültürüne geçişi sağlayalım. Zor değil ama deprem ülkesi olmanın zorunluğu bu. Deprem ülkesi, afet ülkesi demek olmamalı.

 

Yazı Hakkında ki Düşünceniz?
Çok Beğendim
0%
Beğendim
0%
Orta Karar
0%
Sevmedim
0%
Hiç İyi Değil
0%
Yazar Hakkında
Hakkı ÖCAL