Ecdadın sevdası bize uzak mı?
Bir yol var ki, tüm yollar ona çıkar.
Bir yol ki, sevgisi hep yüreklerde…
Bir nur ki, tüm cihanı kaplamış.
Mü’minin yüreği Mekke için atar… Aşkı ise Medine’dir.
Ceddimizin de sevdası işte böyleydi. Bizler de o sevdanın kırıntılarından nasibdar olabilirsek ne mutlu.
Bu öyle büyük bir sevdadır ki, nice Sultanlar mukaddes topraklara hizmet etmenin şerefinin arayışına girmiş.
Abdülhamid Han, Payitaht’tan Medîne-i Münevvere’ye uzanan bir tren yolu yaptırmıştır. Öyle ki; tren yolunun istasyonlarını da sünnet-i seniyyeye uygun olması için Peygamber Efendimiz Aleyhisselam’ın seferlerinde konakladığı yerlere inşâ ettirmiştir.
Güzellik ve incelik bu kadarla sınırlı değil. Sultan Abdülhamid Han, mukaddes beldeye olan hürmeti dolayısıyla o kısma özel ray döşenmesini ve 56 km’lik güzergâhta sessiz lokomotif çalıştırılmasını emretmiştir. Tren yolu çalışması, Medine Garı’na yaklaşınca da Nebiyy-i Muhterem (sallâllâhu aleyhi ve sellem) Efendimiz’in rûhâniyetini rahatsız etmemek düşüncesiyle Medîne içerisinde bulunan bütün rayları, -üzerinden vagonlar geçtikçe gürültü çıkarmasınlar diye- keçe ile kaplatmıştır.
Detaylarda saklı bu sevda nasıl tanımlanabilir ki… Edebi, elbise gibi giyinen bir İslâm anlayışı…
Mekke ve Medine ile olan derin hikayemiz, Yavuz Sultan Selim Han ile başladı (Allah ondan razı olsun).
1517’den 1919’a kadar bu millet, mukaddes beldelere hizmet etme şerefine erişti. Tam 402 yıl.
Konuya bir de şuradan bakalım: Sadece 104 yıl önce vedalaştık. Yüz sene önce mukaddes toprakların tüm hizmetlerinden BİZ sorumluyduk. İçimizde yanan ateşin, aşkın, hiçbir yere sığamamanın bir anlamı var. Kodlarımız, genetiğimiz bu sevdayı besliyor ve ateşi harlıyor. Anadolu topraklarında hâlâ Mevlid-i Şerifler okunuyorsa, O’na olan aşkımız ve hasretimizden kaynaklıdır.
Medine Müdafii Fahreddin Paşa’nın hüznünü anlamak zor değil.
Bırakmak istemedi, görevi teslim etmeyi zûl bildi ama kaderin tecelli etmesi gerekiyordu.
Bir devir tamamlanacaktı ki sonradan yeni bir gün doğsun.
Bizler için karanlık devir bitmiştir. Yeni bir yükseliş devri başladı. Yüksek görevler, bu milletin öz evlatlarına verilecek. Buna hiç şüphem yok.
Bu duygulu günlerde anmadan geçmek olmaz. Fahrettin Paşa ve Hicaz şehitlerimizin ruhları şad, mekanları Cennet olsun… Bir gün mutlaka geleceğiz.
“LEBBEYK”
İçimizdeki inançsız ve cahil İslamofobiklerin Kurban Bayramı gündemini boş verin. Onların söylemleri kendilerine yönelik. Sadece kendi inançsızlıklarını pekiştirmek için konuşuyor, boş işlerle uğraşıp günlerini geçiriyorlar.
Biz yazarın ne dediğine bakalım: “Sen ey çamur! Allah’ın ruhunu bulmaya çalış. Geri dön ve O’nu ziyaret et. Kendi evinden O’nun evine yönel. O evinde sizi bekliyor. Seni çağırıyor, davetine ‘lebbeyk’ de! Hiçbir şey değilsin sen, yalnızca ‘O’na yönelmelisin’ hepsi bu kadar.”
BİR SİYAHİ İÇİN HAC DENEYİMİ
Ve Kurban Bayramı’nda Hac yapan Müslümanların halet-i ruhiyesini anlamak için Hacı Malik El-Shabbazz (Malcolm X)’ın hatıratından satırlara yer açalım gönlümüzde.
Bir siyahi Müslümanın renk, ırk, maddi konum da dahil tüm statülerin ortadan kaldırıldığı sadece “Müslüman kardeş” olmaklığında birleştirildiği Mekke deneyiminin şokunu anlattığı ifadeler şöyle:
“Hiçbir zaman bu kadar büyük bir şekilde onurlandırılmamıştım ve şu ana kadar hiçbir onur ve saygı beni böyle daha mütevazı hissettirmemişti. Böyle lütûfların bir ‘Amerikan zencisinin’ başına geleceğine kim inanırdı ki! Fakat Müslüman âleminde kim ki İslâm’ı kabul eder ve beyaz yahut siyah olmayla ilişiğini keserse, sadece ‘insan’ olarak tanınır; çünkü burada, Arabistan’da insanlar Allah’ın bir olduğuna ve insanların da ‘bir’ olduğuna, tek bir aileye mensup olduğuna inanıyor.
Daha önce böyle samimi bir misafirperverliğe ve kardeşliğin böylesine gerçek bir uygulamasına şahit olmamıştım. Açıkçası, bu Hac sırasında deneyimlediğim birçok şey beni, düşünce yapımı tekrar düzenlemeye ve daha önce sonuca vardığımı düşündüğüm bazılarını bir kenara atmaya zorladı.
Burada her renkten ve dünyanın her yerinden Müslümanlar var. Mekke’de (Cidde, Mina ve Müzdelife’de) geçirdiğim günlerde Hac ritüellerini anlamaya çalışırken krallarla vb. diğer yöneticilerle aynı tabaktan yedim, aynı bardaktan içtim ve aynı kilimin üzerinde uyudum. Ten rengi beyazlardan beyaz olan, gözleri en mavilerden mavi olan, saçları en sarışınlardan sarışın olan kardeşlerimle… Onların mavi gözlerinin içine bakabildim ve beni aynı gördüklerini gördüm. Çünkü onların ‘tek bir Allah’a’ olan inancı, zihinlerinden ‘beyazı’ silmişti ve bu otomatikman onların farklı renkteki insanlara olan tutum ve tavırlarını değiştiriyordu. Onların ‘Tevhide (Birliğe)’ olan inancı onları Amerikalı beyazlardan farklı kılıyordu ki, onların rengi onlarla olan diyaloğumda bir role sahip değildi. Tevhide duyduğu samimi inanç ve tüm insanları eşit kabul edişi onların beyaz olmayanları da İslâm kardeşliği altında eşit görmesini sağlıyor.” (Hacı Malik El-Shabbazz (Malcolm X) ‘in Mekke Mektubu – Suudi Arabistan / Nisan 1964)