EMPERYALİN SALTANATI YÜZ YIL SÜRDÜ..
İstanbul; Rusya, Almanya, Fransa ve ev sahibi Türkiye’nin katılımıyla çok önemli bir zirveye ev sahipliği yaptı. Zirveden bölgenin huzuru, Suriye’nin geleceği ile ilgili çok önemli kararlar çıktı. Üç lider toplantı sonunda her ne kadar Rusça, Almanca, Fransızca açıklamalar yapsa da aslında üçü de farkında olmadan dolaylı olarak Türkçe konuştular. Türkiye bugüne kadar ne dediyse onlarda aynı cümlelerle konuya yaklaştılar. Yani akıl ve dolayısıyla Türkiye galip geldi..
Zirvede dikkatimi çeken en önemli husus zirvede konuşulan dillerdi. Gözlerden kaçan bu husus aslında meselenin de bam teliydi.. Masada konuşulan diller Fransızca, Almanca, Rusça ve Türkçe oldu, masadan çıkan sonuç ise barış ve uyum.
Olmayan dil hangisiydi? İngilizce.. Aslında bu basit ayrıntı bile dünyanın sorununu çok net olarak ortaya koyan bir ayrıntı. Buradan çıkarılacak sonuç ne olmalı?
İngilizce yok barış var, huzur var, İngilizce var barış yok, huzur yok… Mesele bu kadar basit..
Zirveden elde edilen bu sonuçla birlikte, zirvenin genel havası, liderlerin tavırları, duruşları, kullandıkları vücut dili, zirvenin dünyada yarattığı tepkiler beni zaman tünelinde uzun bir yolculuğa çıkardı. Bu uzun yolculuğu kısa cümlelerle özetlemeye çalışayım.
15’nci yüzyıl…
Avrupa…
Emperyalist devletler dünyayı sömürmenin derdine düşmüş, dünyayı ele geçirmek üzere hummalı bir çalışmanın içindeler. Kapalı kapılar ardında kirli pazarlıklar, masa başında yapılan kanlı planlar..
İnsan kılığına girmiş gözü dönük yaratıklar bu işlerin havasında sürüklenirken her seferinde korkuyla titreyerek uyanıyor ve gerçeklerle yüzleşip başlıyorlar mırıldanmaya.. “Biz böyle diyoruz ama bakalım Devlet-i Aliyye (Büyük Devlet-Osmanlı İmparatorluğu) bu işe ne der?“
1918….
Mondros Mütarekesi…
Emperyalist devletler el birliğiyle yerkürenin hâkimi Osmanlıyı yıkarlar. Bu yıkım emperyalist zalimler için korkunun sonu, mazlumlar içinse acı, kan, keder ve gözyaşı dolu günlerin başlangıcı olur.
2018…
İstanbul…
Vahşi batı 1991’den bu yana leş kargaları misali kapalı kapılar ardında eski Osmanlı vilayetleri Irak’ı, Suriye’yi bölüşmenin derdine düşmüşler. Aralarında kıyasıya rekabet var. Gözü dönmüş yaratıklar bu işlerin havasına kendilerini kaptırdığı günden bu yana ilk kez korkuyla titreyip uyandılar ve gerçeklerle yüzleşip mırıldandılar… “Biz böyle diyoruz ama bakalım Devlet-i Aliyye (Büyük Devlet Türkiye Cumhuriyeti) bu işe ne der?“
Ne dediğimizi anlamak için buyurdular geldiler,
ağırladık, iyi de oldu, iyi de bir zirve oldu. Artık gerçek odur ki 1918 den günümüze dek süren saltanat sona erdi. Bundan böyle zalimler için kederli, mazlumlar için mutlu günler başlıyor.
Gelinen yol onlar için bilindik bir yol.. İstanbul.. Zorluk çekmezler… İşlerini kolaylaştırmak için dünyanın en büyük havalimanını da yaptık. Yeni havalimanımız Osmanlı hayırlı, 29 Ekim Cumhuriyet Bayramımız da kutlu ve nice olsun.