Erdoğan masada da kazandı
Cumhurbaşkanı Erdoğan, Rusya Devlet Başkanı Putin ile baş başa görüşmeye geçmeden önce “Bir araya gelişimiz büyük önem arz ediyor. Alacağımız isabetli karar bölgeyi rahatlatacak” dedi. Putin de görüşme öncesi şehit düşen askerlerimiz için taziyede bulundu ve “Türk askerlerinin orada olduğunu bilmiyorduk” dedi.
Bu sözler iki liderin de toplantıya uzlaşma niyetiyle girdiğini açıkça ortaya koyuyordu. Ancak Rusya’yla sağlanacak bir anlaşmanın gerek içeride ve gerekse dışarıda bazı çevreleri korkuttuğu da sır değildi.
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Moskova ziyaretini yakışıksız ifadelerle eleştirmesi de sözünü ettiğimiz korkunun bir yansıması. Kılıçdaroğlu’nun tahrik edici sözleri, Moskova ile olası bir anlaşmaya varılmasından korkulduğunu açıkça gösteriyordu.
Türkiye’nin Rusya ile ilişkileri en az Batı’yla ilişkiler kadar “kötü” veya tam tersi bir ifadeyle “iyi” durumda. Aslında ABD’yle de, Rusya’yla da ilişkiler bıçak sırtı. Biri diğerinden çok da iyi değil. ABD ve Batı’nın hesapları ile Rusya’nın beklentileri birbirinden farklı değil. Türkiye, her iki gücü veya bloku da kendi hedefleri doğrultusunda, imkanlarına göre idare etmeye çalışıyor.
Mevcut tabloya bakarsak Batı blokunun Ankara’dan kesin bir teslimiyet ve Rusya ile ipleri tümden atmasını beklediğini görüyoruz. Ankara ise Rusya ile ilişkilere en az ABD ve Avrupa bloku ile olan kadar şans vermek istiyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Putin ile planlanan görüşmesinin özü de budur. Erdoğan, kestirip atmadan Rusya ile anlaşma imkanını sonuna kadar zorladı.
Zira Cumhurbaşkanı Erdoğan, İdlib krizinde NATO’nun fırsatçılığını bir kez daha gördü, ABD ile Avrupa’nın ikiyüzlülüğünü test etti. Gerçekten lazım olduğunda ne NATO’yu, ne Avrupa’yı yanımızda bulabiliyoruz. Laf olsun diye yapılan açıklamaları dikkate almaya gerek bile yok.
Erdoğan ile Putin baş başa iki saat 40 dakika görüştü. Daha sonra heyetler arası görüşmeye geçildi. Altı saat süren zorlu müzakereler sonunda taraflar anlaşma sağladı. İki lider kameraların karşısına geçtiğinde bütün Türkiye, hatta dünya heyecanlıydı. Rus lider, son beş yıldaki ilişkilere atıf yaparak “Türkiye ile Rusya ayrı düştükleri her seferinde olduğu gibi bu kez de anlaşmayı başardığını” söyledi. Cumhurbaşkanı Erdoğan da İdlib’de yeni bir statü oluşturma ihtiyacı ortaya çıktığını söyledikten sonra gece yarısından itibaren devreye girecek olan “ateşkesi” duyurdu.
Varılan mutabakat metni dışişleri bakanları tarafından açıklandı. Detaylarda Rusya’nın Esed rejimini dizginlemesi, M-4 karayolunun kuzeyinde ve güneyinde 6 kilometrelik bir güvenlik koridorunun oluşturulması, İdliblilerin güvenli bir şekilde evlerine dönmesi, BM’nin “terör örgütü” olarak tanıdığı örgütlerle ortak mücadele gibi başlıklar var. Burada asıl önemli olan acil ihtiyaç haline gelen ateşkesin sağlanması ve tarafların -iki ülke arasında krize sebep olan- İdlib’de yeni bir statü (Astana ve Soçi’yi temel alan) oluşturulması üzerinde anlaşmaya varması.
Tabii, haklı olarak “Rusya ile varılan anlaşma neye yarayacak?”, “Türkiye, ne elde edecek?” diye merak edenler var. İdlib’de varılan anlaşma; ateşkes sağlanması, askerimizin buradaki varlığının korunması, güvenlik koridoru, mülteciler için güvenli bir formül bulunması her şeyden önce 4 milyon İdlibli’nin hayatını, canını kurtaracak. Bu bile başlı başına büyük bir zaferdir. Ama daha da önemlisi “Moskova mutabakatı”, Türkiye’nin Suriye politikasının başarıya dönüşmesini sağlayacak. Güney sınırımızı “terör devleti” projesiyle şekillendirme çabaları bu anlaşmayla boşa çıkacak; Ankara, Suriye sınırının iki tarafını da düzenleme inisiyatifini ve hakkını elde tutmuş olacak.
Erdoğan, sahada Esed’e karşı ateş gücüyle elde ettiği üstünlüğü masada da Rusya ve Putin’e kabul ettirerek önemli bir diplomatik başarıya daha imza attı.