Erdoğan’ın attığı ok nasıl hedefe varır?
MHP lideri Devlet Bahçeli’nin “Erdoğan attığı oku hedefe ulaştırmalıdır.” sözü, Türkiye’nin bugün geldiği siyasal ve stratejik eşiği çarpıcı bir mecazla özetliyor. Gerçekten de 2002’den bu yana girdiği her seçimi milletin ferasetiyle kazanan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, halktan aldığı güçlü destekle vesayet odaklarının direncini kırarak ülkeyi yeni bir çağa taşıdı. Bu 21 yıllık yürüyüşte atılan ok, artık menziline çok yaklaşmış durumda. Görev, şimdi onu tam isabetle hedefe ulaştırmak ve Türkiye’yi ideallerine kavuşturmaktır.
Erdoğan liderliğinin ilk yıllarında devletin hizmet kapasitesi adeta sessiz bir devrim yaşadı. Sağlık Bakanı Recep Akdağ ile uygulanan “Sağlıkta Dönüşüm” programı sayesinde hastane kuyrukları tarihe karışırken, herkesin sağlık hizmetine ulaşabildiği modern bir sistem inşa edildi. Ulaştırma alanında Binali Yıldırım’ın öncülüğünde hayata geçen dev projelerle bölünmüş yollar Anadolu’yu ilmek ilmek ördü; hızlı tren hatları, devasa köprüler ve Marmaray gibi atılımlar ülkenin çehresini değiştirdi. Halk, bu reformların konforunu günlük yaşamında hissederken, Türkiye altyapıda adeta çağ atladı.
Sonraki dönemde Erdoğan, enerji hamleleriyle “Bağımsız Türkiye” idealine stratejik bir boyut kazandırdı. Enerji Bakanı Berat Albayrak’la başlatılan girişimler sayesinde Karadeniz’de doğal gaz rezervi keşfedildi ve bu gelişme Türkiye’ye yeni bir ufuk açtı. Yenilenebilir enerji yatırımlarıyla güneşten rüzgâra tüm millî kaynaklar seferber edildi. Akkuyu Nükleer Güç Santrali projesiyle yarım asırlık bir hayal gerçeğe dönüştü. Türkiye, artık küresel enerji oyununda edilgen bir piyon değil; doğal gaz ticaret merkezi olma vizyonuyla bölgesinde enerji denklemlerini belirleyen bir aktör konumuna geldi.
Savunma sanayisindeki başarılar ise Erdoğan vizyonunun en parlak yansımalarından biri oldu. Bir zamanlar yurt dışından İHA temin etmekte zorlanan Türkiye, bugün KIZILELMA insansız savaş uçağından SİHA’lara, Millî Muharip Uçak (MMU) projesinden millî savaş gemilerine kadar yüksek teknoloji ürünü savunma araçlarını geliştiren ve üreten bir ülke konumuna geldi. Bu teknolojik atılımlar sayesinde Türkiye, savunma ihracatında rekorlar kırdı; Bayraktar SİHA’ları küresel ölçekte etkili bir marka hâline geldi. Eskiden yalnızca tüketici konumunda olan Türkiye, bugün çağın ötesine geçen savunma teknolojileri üreten bir ülkeye dönüştü. Bu gelişmeler hem ülkemizin güvenliğini sağlamlaştırdı hem de uluslararası alanda caydırıcılığını pekiştirdi.
İçeride ise terörle mücadelede kararlılık meyvelerini vermeye başladı. İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun yürüttüğü etkin stratejilerle PKK terör örgütü tarihinin en zayıf noktasına getirildi. Terörün ülke gündeminden tamamen çıkacağı günler artık uzak bir hayal değil. On yıllardır süren terör belasından kurtulma ümidi, “Terörsüz bir Türkiye” vizyonunu somut bir hedef hâline getirdi. Bu sayede Kürt vatandaşlarımızın meseleleri ilk kez terör gölgesinden uzak, sivil ve demokratik bir zeminde tartışılabiliyor. Terör baskısından kurtulan bir Türkiye’de, birlik ve beraberlik içinde demokratik çözüm ortamı da güçleniyor.
Elbette Erdoğan’ın liderliği yalnızca yurt içinde değil, küresel ölçekte de büyük bir değişimin mimarıdır. “Dünya beşten büyüktür.” diyerek Birleşmiş Milletler düzenine meydan okuyan; “Daha adil bir dünya mümkün.” diyerek küresel vicdana seslenen Erdoğan, Türkiye’nin uluslararası itibarını bambaşka bir düzeye taşıdı. Bir zamanlar edilgen bir dış politikaya mahkûm olan Türkiye, bugün küresel sorunlarda inisiyatif alan, arabuluculuk yapan, mazlumların hakkını cesurca savunan bir aktör hâline geldi. Suriye’den Libya’ya, Karabağ’dan Ukrayna’ya uzanan geniş bir coğrafyada barış ve adalet odaklı girişimci dış politikamız, işte bu liderlik anlayışının ürünüdür. Türkiye, Erdoğan sayesinde artık masada oyun kuran, sahada oyun bozan bir küresel güç olduğunu tüm dünyaya kanıtlamıştır.
Bugün tarihsel öneme sahip bir eşikte durmamızı sağlayan şey, Türkiye’nin tüm bu alanlarda eş zamanlı olarak yükselmesidir. Bu başarı hikâyesinin temelinde, hiç kuşkusuz Erdoğan’ın sarsılmaz iradesi ve milletine duyduğu sevda yatmaktadır. AK Parti, Erdoğan’la özdeşleşmiş bir dava hareketidir. Onun liderliği hem partinin hem de Türkiye’nin taşıyıcı sütunudur. Böyle bir lideri yok saymak, AK Parti içinde başka isimleri öne çıkarmaya kalkışmak hem siyasî hem tarihsel bir hata; telafisi imkânsız bir kayıp olacaktır. Zira Erdoğan yalnızca partisinin değil, ülkenin istikbalinin de vazgeçilmez rehberidir.
Bugün artık ok yaydan çıkmış, hedefe doğru ilerlemektedir. Bu ok, istikrarın, kalkınmanın ve güçlü Türkiye idealinin sembolüdür. Bahçeli’nin de işaret ettiği gibi, bu okun menzile tam isabetle ulaşması; yani büyük Türkiye vizyonunun hayata geçmesi gerekmektedir. Erdoğan, bugüne dek milletin emanetini nasıl başarıyla taşıdıysa, tarihin bu kritik kavşağında da attığı oku hedefe ulaştıracak kudrete ve kararlılığa sahiptir. Milletçe düşlediğimiz yarınlara ulaşmak için ihtiyaç duyduğumuz şey de budur: Liderinin arkasında kenetlenmiş bir Türkiye ve hedefini ıskalamayan bir ok. Böylece hem bu neslin emekleri hem de ecdadın mirası zayi olmadan, Türkiye’nin kaderine zafer mührü vurulacak; Türk Asrı yeniden kendini hissettirecektir.
Yeter ki günübirlik hevesler, küçük menfaatler, kişisel ihtiraslar ve emperyalizmin taşeronları bu yürüyüşü sabote etmesin.
Şairin dediği gibi:
“Yol onun, varlık onun; gerisi hep angarya,
Yüzüstü çok süründün, ayağa kalk Sakarya!”
Artık vakit, ayağa kalkma vaktidir. “Daha adil bir dünya” ideali için, mazlumların soykırıma uğramaması için, hakça paylaşım ve tam bağımsız, büyük ve güçlü bir Türkiye için ayağa kalkma zamanıdır.
Bunlar hamasi söylemler değil, tarihin bize yüklediği tarihî bir misyondur.