Eski Kara Kuvvetleri Komutanı o Teğmen’e de aynı sebeple kapıyı göstermişti
Günlerdir konuştuğumuz mevzunun özeti şu:
O sırada sahada 950’den fazla yeni mezun teğmen var ve 250-300’ü Teğmen Ebru Eroğlu’nun etrafında.
Bu organize bir hareket ama Ebru Teğmen bunu tek başına mı yapmıştır?
Cevaplanması gereken bir soru.
Bu teğmenler meselesini daha çok konuşacağız ama anlaşılan yeni mezun genç teğmenler yeni yemin metnine bir türlü ALIŞAMAMIŞLAR.
Buradaki anahtar sözcük tahmin edeceğiniz gibi ALIŞAMAMAK…
Size geçmişten bir Teğmen’i hatırlatayım; Murat Şeref Baba’yı.
1990 yılının Mart ayında Cumhurbaşkanı Turgut Özal’a “Alışamadım!” diye telgraf çeken karacı Teğmen’i.
Gebze Topçu Alayı’nda görevliydi.
O gün resmi üniformasını da giyerek Ankara’da Bahçelievler Postanesi’ne gidip Cumhurbaşkanı Turgut Özal’a
“Alışamadığım ve hiçbir zaman da alışamayacağım şeyler var. Eğitimde birlik ilkesi çiğnenerek, eğitimin imam hatip liseleri ve normal liselerde yapılıyor olmasına alışamadım” diye başlayan ve ardından “Bazı özel yurtlarda Kur’an kurslarında ve imam hatip liselerinde laik cumhuriyet yönetimine düşman gençlerin yetiştiriliyor olmasına alışamadım.
Yolsuzluk söylentileri almış yürümüş, çalıp çırpanlar hovardaca saçıp savururken, hastane masraflarını ödeyemedi diye yoksul vatandaşların hastanede rehin tutulmasına alışamadım.
Atatürk’ün makamında oturan bir kimsenin, itibar deyince aklına, bazı ülkelerin devlet başkanları ile fotoğraf çektirmek geliyor olmasına alışamadım” diye sona eren bir TELGRAF çekti.
Verdi telgrafı, memurun şaşkın bakışları ile ayrılıp doğruca Gebze’deki görev yerine döndü.
Bir hafta, on gün geçti. Sonra 1. Ordu Komutanlığı’ndan bir albay geldi. Soruşturma yaptıktan sonra ona “Kimliğinin ve imzanın taklit edildiğini söyle, bu işi kapatalım. Yoksa yazdığın bu siyasi metin nedeniyle ceza alırsın” diye bir teklifte bulundu.
Ama Murat Şeref Baba bu “kurtarma” teklifini reddetti.
Belli bir süre sonra Gebze’de görev yaptığı yere bir helikopter gelip onu üstünü bile değiştirmesine izin vermeden öylece alıp Selimiye’ye götürdü ve Kara Kuvvetleri Konutanı Orgeneral Muhittin Fisunoğlu’nun huzuruna çıkardılar. Çünkü Turgut Özal Fisunoğlu’nu arayıp teessüflerini iletmiştir. Odada iki komutan daha vardır. Bir sandalyeye oturtuldu ve kendisini kurtarmak isteyen komutanların tüm çabalarını boşa çıkarıp yaptığını “kahramanca” savundu.
Fisunoğlu, Baba’nın dediğine göre onu “Çık dışarı saygısız herif” diye kovdu.
Deli Çerkes deriz biz onlara. Murat Şeref Baba da tam o tanıma uygun deli fişek bir Abaza gencidir. Ablası benim okul yıllarımdan devrimci kavga arkadaşımdır. Onun ne kadar “deli” olduğunu bildiğim için tıpkı benim gibi, hiç de şaşırtıcı gelmemişti o tavrı.
Tüm bunların üzerine hep “özel” ve bu vatanın “gerçek” sahibi olarak yetiştirilen, siyasetçileri vatana ihanet etme potansiyeli taşıyan bir güruh olarak gören bir müfredatın ve eğitim anlayışının ürünüdür Teğmen Baba. O müfredatta bir ülke yönetimi için olmazsa olmaz DEMOKRATİK İRADE’ye itaat yoktur. Tam tersine o iradeye “zamanı geldiğinde” el koyabilme HAKKINA sahip oldukları anlatılır. Murat Şeref Baba sadece komutanları gibi intikam yemeğini soğuk yiyeceğini bilecek kadar pişmemiştir. Heyecanlıdır ve bu haliyle de aslında tam darbeci komutanlar tarafından hedefe gönderilecek kıvamdadır.
Aslında masumdur çünkü öyle yoğrulmuştur.
Hikayenin devamında Teğmen Baba “psiko-nevroz” tanısıyla GATA Haydarpaşa Askeri Hastanesi’ne yatırıldı. Ama baktı ki tedavi yok, bu bir hücre cezası gibi, kendisini ziyaret eden ailesine haber göndererek meselenin basına sızmasını sağladı.
Sonrasını hızla geçelim.
Teğmen Murat Şeref Baba ordudan atıldı.
Muhalif medyada bu olay ALIŞAMADIM başlıklarıyla yer aldı. Büyük olay yarattı.
Alışamadım lafı adeta bir muhalif motto haline geldi uzun süre.
Muhittin Fisunoğlu kendisini ziyaret eden bir gazeteciye konu açıldığında şunu söyledi:
“Buradaki mesele Murat Şeref Baba Teğmen’in yazdığı metnin içeriği değildi. O teğmen bir DİSİPLİN SUÇU işledi. Çünkü asker her yerde askerdir.”
Bu doğruydu, hepsi de Özal’a karşıydı, Teğmen’i kurtarmak istemişlerdi ama delikanlı prensip sahibi çıkmıştı.
Evet, Ebru Eroğlu ve etrafına topladığı teğmenler de bir DİSİPLİN SUÇU işlediler. Bu eski yemine bağlılığın ve bu yemini okuma motivasyonunun sebebi mutlaka ortaya çıkarılmalıdır. Mesele “Mustafa Kemal’in askerleriyiz” demeleri değil. Muhalefet burada ekmek var diye konuyu böyle ucuz bir düzleme çekmek istiyor.
Ama onların bu noktaya gelmelerine sebep olan müfredatın sorgulanmasıgerçeğini de unutmamak gerek. Akşam gazetesinden Yusuf Alabarda dün çok güzel bir yazı yayınladı. Onun satırlarından bu durumu anlatan bir bölümü aynen buraya aktarıyorum:
“Nasıl bir eğitim süreci ortaya koymalı ve nasıl bir gözetim mekanizması ihdas etmeliyiz ki Harp Okulu’na başlayan bir ‘Harbiyeli öğrenciden darbeci bir Cemal Madanoğlu ya da darbeci bir Talat Aydemir çıkmasın’ ya da nasıl tedbirler almalıyız ki bir Genelkurmay Başkanı, gecenin kör yarısında hükümete yönelik internetten bir muhtıra yayınlayamamalı ve sonrasında da Başbakan’ın telefonlarına çıkmama gibi bir tavır ortaya koyamamalı. Bu soruların cevabı kesintisiz bir gözetim ve kontrol ile demokratik standartları yüksek bir müfredat ile mümkündür.”
Yani iş REKTÖR ATAMAKLA bitmiyor Sayın Cumhurbaşkanım. Daha derinlerde meselenin özü.
Bu arada bir not. Murat Şeref Baba hukuk okudu ve avukat oldu. Sanırım iyi de para kazanıyor.