Evet, bu kez başaramayacaklar…
Yalan, hile, yüzsüzlük ve zorbalık… Muhalefete yön veren aklın temel bileşenleri bunlar. Yalan, muhalefet açısından bir düşünme ve siyaset yapma biçimine dönüşmüş durumda. “Bunda ne var, herkes yalan söylüyor” denebilir. Acele etmeyin, konu bu kadar basit değil. Aklın çalışma biçimi aslında her şeydir; bütün bir gerçekliği ele verir.
Karşı karşıya olduğumuz tehlike sıradan bir ahlak problemi veya davranış bozukluğu değil. Amaca ulaşmak için her yolu mubah gören hırslı siyasetçilerden de bahsetmiyoruz burada. Gerçeğin yerini tümüyle yalanın aldığı, hilenin bir davranış biçimi olduğu, maskelerin yüzün yerine geçtiği; acımasız, kıyıcı, kan dökücü bir zorbalığın hukuka dönüştüğü bir sistemdir söz konusu olan. Evet, Batı’yı da ele geçiren, yöneten, dünyaya hakim olmaya çalışan bir ruhtur bahse konu olan.
FETÖ yapılanması, bu aklın vücut bulmuş en ileri organizasyonu olarak Türkiye’de kendini göstermişti. Milletin yabancı olduğu, anlamadığı, kavrayamadığı bir yalancılığı, sahtekarlığı, şeytani aklı ülkeye getiren bunlardı. Türkiye’nin zayıf yanı, bu akıl ve zihin yapısını bilmemesi, tanımaması ve algılayamamasıydı. Öğrenene kadar da Türkiye’de ele geçirmedik alan bırakmamışlardı.
Bu şeytani aklın bir devlete, ülkeye nüfuz etmeye başladığında ne kadar tahripkar olabileceğini İttihatçılar örneği üzerinden biraz anlayabiliriz. Yalanın, hilenin, yüzsüzlüğün, zorbalığın bir organizasyona dönüşmesi inanılmaz sonuçlar yaratabilir. Koskoca Osmanlı devletini “birlik-bütünlük” ve “özgürlük” yalanıyla bölüp parçalayıp dağıtmamışlar mıydı?
Bugün de benzer bir tehlikeyle karşı karşıyayız. “Muhalefet” partileri ve medyası gerçeği bastıracak kadar çok, sistemli yalan üretimi yapmakta. “Aday” olarak çıkardıkları kişilerin ruhunda “doğru” ve “yanlış” diye bir kategori, değer yok, sadece “yalan” diye düz bir alan var. Bu yalana dönüşmüş zihniyet, bu kişi ve yapılara siyasette büyük bir özgürlük sağlıyor, önlerinde sınırsız bir alan açıyor.
Şu son örnek çok önemli: Ekrem İmamoğlu ile İsmail Küçükkaya’nın otelde gizli buluşup Binali Bey’e kumpas hazırladıklarının deşifre olmasını şaşkınlık veren bir inkarcılıkla karşıladılar. Kendi yaptıklarını “olağan” buluyor, şaşılacak bir davranış biçimi olarak görmüyor ve gündüz gözüyle buluşacak kadar pervasızlaşabiliyorlar. Bu olayı ortaya çıkaranları ise suçlayarak “özel hayat”tan, “mahremiyet”ten dem vurabiliyorlar; haklı oldukları yan, gerçekte siyasetçisiyle gazetecisiyle muhalefetin aslında aynı aileden olması. Aynı büyük organizasyonun, aklın, şebekenin bir parçası, üyesi durumundalar, bu kısmı doğru!
Bu aklı küçümsemeyin. Osmanlı’yı dağıtan aklın-siyasetin devamıdır bu. Dışarıdan ve içeriden Türkiye’yi ahtapot gibi sarmış durumdalar. Siyasette, medyada, toplumda kendilerine paralel alanlar oluşturmuşlar. 23 Haziran’da İstanbul/Türkiye, bu akılla-organizasyonla hesaplaşmak için büyük bir sınav verecek. 15 Temmuz’da sokakta işgale geçit vermeyen millet refleksi, ruhu, sandıkta da bu darbeci/işgalci akla fırsat tanımayacak. Evet, bu kez olmayacak!