Gazze Savaşı’nın çok tartışılmayan cephesi: Gazze Marine, Tamar ve Doğu Akdeniz gaz sahaları
2023 yılı Haziran ayında, İsrail’deki Netanyahu hükümeti sessizce Gazze’nin Akdeniz kıyılarına yaklaşık 36 km uzaklıktaki Gazze Marine gaz sahasının aktif hale gelmesini onayladı. Bu saha hem Filistin Yönetimi’ne hem de Hamas’a gelir sağlayacak bir saha olarak dikkatleri üzerine çekmişti. Bugün bazı kesimler 7 Ekim’de Hamas’ın başlattığı Aksa Tufanı operasyonunu Gazze açıklarında bulunan gaz rezervlerinin ele geçirilmesi planlarıyla irtibatlandırılmakta. İddialar aklın sınırlarını zorluyor; bu senaryolara göre Gazze yönetimi Gazze Marine’deki gazın çıkarılması için Çin menşeili bir petrol şirketiyle anlaşmıştır ve bunun üzerine, Gazze’nin Katar kadar zengin olma olasılığı fark eden İran Hamas vasıtasıyla 7 Ekim saldırısının ve kaosun önünü açmıştır. Bu iddianın ciddiye alınmasını önleyen en önemli gerçek Gazze’nin 7 Ekim öncesi içinde olduğu durum idi. Biliyoruz ki İsrail’in uzun bir süredir uygulamakta olduğu abluka politikası nedeniyle Gazze’ye deniz yoluyla hiçbir şeyin girmesine izin vermemekte ve hatta Gazzeli balıkçıların bile meşru hakları olan kıyıdan 32 km ileride avlanmalarına müsaade edilmemekteydi. Kaza ile 22 km ile sınırlanan avlanma sahasını aşan zavallı balıkçılar ya kendilerini hapiste buluyor ya da kurşunların hedefi oluyorlardı. Balıkçısını bile gaz aranan sahalara yaklaştıramayan Gazze’nin gidip birilerine gaz arama yetkisi vermesi kulağa mantıklı gelmiyor. Üstelik Haziran 2023’de İsrail’in duyurduğu Gazze Marine açık deniz gaz sahasını genişletmek için İsrail ve Filistin Yönetiminin ilgili bakanlıklarının iş birliği yapacağı açıklamasına Hamas’ın nasıl yaklaştığı da tam bilinmiyordu. İsrail ve Filistin Yönetimi arasında yeni bir anlaşmaya varılıp varılmadığı bile kesin ifade edilmiyor. Ama İsrailli bazı kaynaklara göre üçüncü tarafların arabuluculuğu ile (pek muhtemel Mısır) bir anlaşmaya varıldı. Diyelim Hamas da bu anlaşmayı dolaylı olarak kabul etti, ya da edermiş göründü yine de 4 aylık bir süre içerisinde İran veya başka birilerini rahatsız edecek kadar bir ilerleme kaydedildiğini düşünmek de çok mantıklı değil. Bu tür senaryolar akla yakın olmasa da Gazze Marine hikayesi Hamas’ın İsrail’i açıktan veya örtülü yanılttığı bir anı da içeriyor. Ve bu tablo karşısında İsrail nasıl yanıldı (sınır güvenliği ve istihbarat zaafı vardı evet ama), bu kadar jeopolitik körlük içerisine nasıl düştü sorusu ister istemez soruluyor. Bu sorunun cevabını bulmak için (ipucu verelim, Washington’a doğru bakın) Gazze Marine nedir, gelin önce ona bir bakalım.
Gazze Marine gaz yatakları keşfediliyor, ama…
Gazze Marine gaz sahası bundan yaklaşık 23 sene önce 1999’ların sonunda keşfedildi. Uluslararası hukuka ve 1999’da İsrail ile Filistinliler arasında yapılan bazı anlaşmalara göre, söz konusu bu gaz sahası Filistin Yönetimi’ne ait olmakla birlikte, İsrail’in onayı olmaksızın Filistinliler tarafından geliştirilmesi mümkün değildi. Bu nedenle, Gazze Marine gaz sahasından faydalanılması yaklaşık yirmi yıldan fazla bir süredir mümkün olamadı. Uluslararası petrol ve gaz şirketleri, Filistin-Israil arasında oldukça çatışmacı bir siyasi iklimin hâkim olduklarını bildiklerinden sınırlı miktarda gaz rezervi var olan sahaya yatırım yapmayı aşırı maliyetli ve riskli buldular. Sınırlı rezervin miktarı aslında bir tartışma konusuydu. Kimilerine göre Gazze Marine’den çıkarılacak gaz Filistinlilerin enerji ihtiyaçlarını rahatlıkla karşılayacak miktardaydı. Kimilerine göre ise gazın bir kısmının Avrupa’ya Rus gazına alternatif olarak yönlendirilmesi bile mümkündü. Ancak, Filistinliler ve Gazze Marine’in geliştirilmesi önünde jeopolitik riskler ve gaz miktarının sınırlılığından daha önemli bir engel vardı. Hamas 2007’de Gazze şeridinde iktidarı ele geçirmişti ve İsrail Gazze Marine gaz sahasından elde edilecek gelirin Hamas’ın eline geçmesini istemiyordu.
Peki nasıl oldu da 2023’de Gazze Marine’nin geliştirilmesinin önünü açacak bir adım, üstelik İsrail’in belki de en sağcı hükümetine liderlik eden Netanyahu tarafından açıldı. Ki o Netanyahu, 2022’de Lübnan- İsrail deniz yetki anlaşmasını ihanet olarak nitelendirmişti. Bu sorunun yanıtı farklı şekillerde veriliyor ve bence bu cevaplar yeterince tatmin edici değil. Benim kanımca Netanyahu, normalleşme dalgasının bu şekliyle yani Filistin meselesini yok sayan hali ile, İsrail’in güvenliğini sağlayacağına inanmıştı. Bölgeye İsrail’in geri dönüşünü kolaylaştırmak için ABD’nin attığı adımların sonucuna Netanyahu da kendisini kaptırmış görünüyor. Açıkça kötü bir anlaşma olmakla suçladığı Lübnan-İsrail anlaşmasının Gazze Marine açık deniz gaz sahasının geliştirilmesinin önünü açan bir adım olduğu gerçeği bu atmosferde Netanyahu tarafından sindirildi. İsrail, son 10 yıllarda “denizlere dönmekten” bahsediyor ama denizlerde asimetrik operasyonlar yapma kabiliyetlerine sahip aktörleri, örneğin Hizbullah, Hamas gibi aktörleri caydıracak bir kabiliyet ve prestiji henüz geliştiremediği de söyleniyordu. Bu aktörleri Doğu Akdeniz’de kritik alt yapıya saldırı düzenlemekten alıkoyacak bir dilim pastanın iyi fikir olduğunu Netanyahu hükümeti düşünmüş olmalı. Ya da Washington bu konuda Netanyahu’yu İbrahim Anlaşmalarının ve normalleşme dalgasının tıkır tıkır işlediğine ikna etmiş olmalı.
Enerji anlaşmaları ile barış geliyor rüyası
Gerçekten de yakından bakıldığında Lübnan-İsrail anlaşmasının mantığı ile Gazze Marine’nin önünü açan mantık birbirine benziyor. Buna göre anlaşmayı imzalayan, işbirliği koşullarını kabul eden taraflar arasında ekonomik kalkınma kavramının gelişmesinin önü açılacak ki burada gaz sahasının operasyonel olmasıyla sağlanacak ekonomik kazanç ifade edilmektedir. Ve ekonomik kalkınma ruhunun taraflar arasından barış olmasa da daha ılımlı ilişkiler için önemli bir manivela olacağı hesaplanmaktadır. Bilindiği üzere hem Lübnan hem de Gazze iktisadi olarak çok kötü durumdadır ve Lübnan-Israil veya Israil-Filistin gaz anlaşmalarıyla, sahaların geliştirilmesi ile elde edilecek gelirlerle Filistin ve Lübnan halklarının iktisadi gelişimi sağlanabilir. Bize yansıtıldığı kadarıyla her iki anlaşmada da taraflar birbirleri ile doğrudan görüşmüş değil. Üçüncü bir ülke sürece kolaylaştırıcı olarak dahil olmuş. Ve her iki anlaşmada da İsrail tarafından düşman olarak kabul edilen devlet dışı örgütlerin (Lübnan’da Hizbullah ve Gazze’de Hamas) anlaşmalara zimmi onayları bir şekilde alınmış. Bu açıdan anlaşmalar birer ödül ile ehlileştirme, Hizbullah ve Hamas’ı daha ılımlı topraklara çekme anlaşmaları olarak görülebilir. Anlaşmaların yapılmasını destekleyen üçüncü taraflar hem bölgeye hem de İsrail ve karşıtlarına enerji odaklı kazan-kazan mantığının Ortadoğu’ya istikrar sağlayacağını telkin etmiş olmalılar. Satılan, kırk yıllık “boru hatları barış getirir” mantığı. Bu mantığın temel satıcısı ise bir kez daha Batı. Lübnan Anlaşmasının ABD ve Fransız Total şirketi ile kotarıldığını biliyoruz. Filistin Anlaşması gizli saklı, hadi çok sessizce duyurulduğundan sürece dahil olan üçüncü taraf ile ilgili sadece “Mısırın çok muhtemelen arabuluculuk” yaptığı kanaatine ulaşıyoruz. Eğer bu işte Kahire perde önündeyse, aynı ifadeyi kullanalım- çok muhtemel ABD perde gerisinde ellerini ovuşturuyordur.
Bu “Ortadoğu’ya enerji anlaşmalarıyla barış geliyor” paketini İsrail, 7 Ekim öncesi satın almış zira satın almak işine gelmiş. Çünkü bu anlaşmalar aslında ABD’nin yine kotardığı İbrahim Anlaşmalarının ruhu ile de uyumlu. Üstelik İsrail için Hamas ve Hizbullah gibi aktörlerin bu şekilde uzaktan kontrol altında tutulabileceğine dair bir umut hapı, bir tür mutlu mavi hap ile beraber geliyor ve İsrail bu hapı yutuyor, böylece Gazze’den ziyade Batı Şeria’dan karışıklık beklentisine dayalı yanılgının önünü de muhtemelen açıyor. Sonrası malum; 7 Ekim saldırıları. Böylelikle de Brenda Scheffar’ın ‘boru hatları barışı getirmez’ tezine geri dönüyoruz. Filistin’in meşru haklarını güvence altına almadan ve İsrail-Filistin sorununu kalıcı ve sürdürülebilir şekilde çözmeden, bölgeye dışarıdan “barış” hangi proje ile gelirse gelsin mayanın tutmayacağı, önce siyasi soruna çözüm bulmak gerektiği açıkça görüyoruz. İsrail, büyük bir hayal kırıklığı yaşıyor olmalı. Güvensizlik, zafiyet ve sergilenen güçsüzlük Gazze üzerine öfke kusarak bastırılmaya çalışılıyor. Oysa, 7 Ekim öncesi İsrail’in kendi kendine bir seraba inandığını, bir seraba inanmayı, gerçekleşmeyecek güvenlik planlarını takip edip Filistin meselesi bitmiş gibi davranmayı seçtiğini görüyoruz. Ve bunu gördükten sonra Gazze’de boşu boşuna akan onca kan daha da içimize oturuyor. Uluslararası toplumun ivedilikle Gazze’deki savaşa dur demesi ve ardından da 1967 sınırlarına İsrail’in geri çekilmesi ile birlikte, başkenti Kudüs olan bağımsız bir Filistin devletinin Israil’in yanı sıra yaşamasına izin vermesi gerekli. Bu gerçekleşmeden bütün işbirliği ve enerji anlaşmaları bir günde buharlaşıp uçmaya mahkum olacak, bu olmadan Akdeniz’e barış tam anlamıyla gelmeyecek.
Rüya kabusa dönmek üzere
Bilindiği üzere, bir süredir İsrail Akdeniz enerji denkleminde kendisinin temel ve belirleyici bir aktör/oyuncu olmasını istemekte ve bu yönde çeşitli girişimlerde bulunmaktaydı. Güney Kıbrıs yönetimiyle MEB imzaladı, Lübnan ile 2022 senesinde deniz yetki sınırlandırma anlaşması yaptı, Haziran 2023’te Gazze-Marine anlaşmasını yaptı vb. Rusya-Ukrayna Savaşı başladığında ve Avrupa bir parça daha fazla gaz diye yollara döküldüğünde Netanyahu Hükümeti bu atmosferden faydalanmak istedi. Avrupa’nın Rusya dışı enerji talebi belli bir aciliyet taşıyordu. Bu aciliyeti kullanarak İsrail, ABD’nin gayretleri ile belli bir aşamaya gelen İbrahim Anlaşmalarının ruhunu Doğu Akdeniz’e yaymak istedi. Bugün Avrupa’nın Gazze’de olanlara çok cılız ses çıkarttığını düşünürsek, atmosferi yönlendirmeyi de iyi başarmış diyebiliriz. Ama 7 Ekim saldırıları Netanyahu’nun planlarını suya düşürdü. İlk kötü haber Hamas saldırılarını takiben geldi. Chevron’un işlettiği İsrail’in Tamar gaz sahasının Hamas’ın füzelerinin menzili içinde olduğu akıllara geldi ve buradaki operasyonlar geçici olarak durduruldu. İsrail’in Gazze’ye yönelik şu anda devam eden ağır hava bombardımanı Hizbullah ve Hamas’ı direnişi tırmandırmaya ittiğinden İsrail’in açık deniz gaz saha ve tesislerinin bu örgütler için hedef haline geldiğini söylersek yanılmayız. İkinci kötü haber, Tamar gaz sahasındaki operasyonlar iki defa geçici olarak durdurulduğunda duyuldu. İsrail’in sadece sınırları kırılgan değildi, ekonomisi de kırılgandı. Tamar’daki operasyonlar geçici değil sürekli akamete uğrar ise İsrail’in dışarıdan gaz tedarik etmek zorunda kalabileceği -her ne kadar Tamar dışında başka gaz tedarik alanları mevcutsa da- yazılıp çizilmeye başladı. Tamar sahası bugünkü gibi “geçici” olarak kapanıp, açılsa dahi olağanüstü savaş koşullarının İsrail ekonomisine faturası çok kabarık. İsrail’in ülke içi gaz tüketiminin yarısının Tamar’daki kesintilerle devre dışı kaldığı konuşuluyor.
Mısır, Ürdün ve İsrail için bir enerji krizi mi?
Mesele İsrail ile sınırlı da değil. Biliyorsunuz İsrail Doğu Akdeniz gazı üzerinden Mısır ve Ürdün’e gaz satışını kapsayan mini bir Pazar oluşturmuştu. Doğu Akdeniz’deki enerji faaliyetleri kesintiye uğrar ise zaten iktisadi krizlerle boğuşan Kahire ve Amman için iyi şeyler söylemek mümkün olmayacak. Elektik kesintileri, temiz su problemi ve yüksek enflasyon vb sıkıntılarla boğuşan Mısır halkı seçimlerin erkene çekildiği bir süreç ile karşı karşıya, sıkıntısını söze, haykırışa dökmekten çekinmeyecektir. Sisi, siyasi konjonktürün Avrupa’nın enerji ihtiyacı ve LNG satışları nedeniyle uygun olduğunu düşünmüştü. Oysa şimdi Mısır’ın ihraç ettiği LNG miktarı artan iç ihtiyaç nedeni ile düşebilir, yani kamu geliri ciddi ölçüde azalabilir. Şimdiden, enerji piyasalarının Tamar odaklı gaz kapatma durumuna tepki verdiği ve fiyatlarda yukarı doğru bir artış olduğu bölgesel-küresel piyasalarda gözlemlenmekte. Enerji firmalarının çatışmaların ne kadar uzayacağını ve nasıl bir seyir izleyeceğini merak ile, endişe ile beklediğini de söyleyebiliriz. Sahalarda faaliyetlerin uzun dönem kesintiye uğrayacağı ile ilgili bir algı oluşursa kazanacakları paraya bakmak zorunda olan firmalar yatırımlarını başka sahalara yönlendireceklerdir. Bu İsrail’in asla istemeyeceği bir senaryo. Aslında İsrail savaş kabinesi Hamas’ı bitirme, Gazze’yi Hamas’tan temizleme ve Gazze’yi insansızlaştırma (Filistinlileri güneye sürme) fikirlerini ortaya atarken Tamar gibi Doğu Akdeniz gaz sahalarına yönelik füze tehdidini de bertaraf etmeyi amaçlamaktadırlar.
Bugünden bakıldığında ileride savaş sonrası Gazze’nin hukuki statüsünün ne olacağı ve Filistinlerin Gazze Marin’den kaynaklı mevcut hukuki haklarının teslim edilip edilmeyeceği kestirilememekte. Ancak, bu yazı yazılırken Netanyahu Büyük İsrail’i tesis edeceğiz demişti. Eğer uluslararası toplum Filistinlere yönelik İsrail’in uyguladığı şiddet karşısındaki tepkisizliği devam ederse, Gazze Marine konusunda Filistinliler, hak ve kazançlar açısından, Haziran 2023’te yapmış oldukları anlaşmadan bile geride bir duruma düşebilirler. Ancak, savaşın Gazze dışına taşması halinde-örneğin İran’ın ve yerel milislerinin savaşa dahil olması durumunda- birden fazla cephe ile uğraşmak zorunda kalacak Israil’in durumu da cennet olmayacak. İsrail’i enerji güvenliği ve iktisadi güvenlik açısından çok zor günler bekliyor olabilir. Bu arada, sürmekte olan Gazze odaklı, sınırlı Filistin-İsrail savaşının bölgeye yayılması durumunda hidro-karbon fiyatlarının çok çok artacağını öngörebiliriz. Böylesi koşulların gerçekleşmesi halinde, Arap Baharı sonrası Israil’in Doğu Akdeniz’de kurguladığı enerji konusunda belirleyici bir güç olma yönündeki tüm hayalleri ve girişimleri yok olmaya mahkûmdur. Buna Gazze Marine anlaşması da dahildir. Kısaca İsrail’in gördüğü, ya da İsrail’e gördürülen rüya kabusa dönüşmek üzere.
gnursin@hotmail.com