Göç meselesi ve ‘insan’ kalabilmek
Dünyada artan istikrarsızlık, şiddet, çatışma ve savaşlar ülkelerinden göç etmek zorunda kalan kişi sayısını her geçen gün artırıyor. Bu nedenle göç de iklim değişikliği ve terörizm gibi küresel ölçekte mücadele edilmesi gereken bir mesele haline geldi.
Birleşmiş Milletler 2021 verilerine göre, Suriye’de iç savaşın başladığı 2011 yılından beri 13 milyon kişi evini, 6,6 milyon kişi ise ülkesini terk etmek zorunda kaldı. Bugün dünyadaki her 4 mülteciden birini Suriyeliler oluşturuyor.
Suriye haricinde Afganistan’da Taliban’ın yeniden yönetimi ele geçirmesi, Rusya’nın Ukrayna’da başlattığı savaş gibi sıcak gelişmeler, özellikle göçmenlerin umut yolculuğuna çıktıkları Avrupa ülkeleri üzerindeki baskıyı arttırdı. Yine BM verilerine göre, Rusya’nın Ukrayna’ya saldırılarının başladığı tarihten bu yana 5,3 milyon Ukraynalı ülkeden kaçmak zorunda kaldı.
2015 yılında Aylan bebeğin Ege kıyılarına vuran cansız bedeni, Avrupa’nın “sığınmacı krizi” olarak nitelediği sorunun simgesi haline geldi. Her ne kadar o masum bedenin trajik ölümü Avrupalıların vicdanını sızlatsa da bu çok uzun sürmedi ve AB, sınırlarını tehdit eden göç akınını engellemek için çareyi Türkiye ile 2016 yılında bir göçmen anlaşması imzalamakta buldu.
Bugün Türkiye’de 4 milyona yakın yabancı uyruklu kişi içerisinde en önemli grubu 3,7 milyon kişi ile Suriyeliler oluşturuyor. Türkiye, dünyada en fazla mülteciye ev sahipliği yapan ülke konumunda. Savaşın en yıkıcı olduğu dönemde, Türkiye’nin diğer AB ülkelerinin aksine mültecilere kapılarını açmış olması ülkenin dünya çapında takdir toplamasını sağladı. Türkiye’nin dünyada olumlu bir imaj oluşturmada “yumuşak güç” olarak kullandığı bu mesele, ayrıca, ülkenin AB’nin Doğu Akdeniz, Suriye ve Libya gibi coğrafyalarda Türkiye’ye karşı takındığı saldırgan tutumda çok fazla ileriye gidememesindeki temel etken de oldu.
Türkiye’nin AB’ye göç etmek isteyen mültecilere “sınırlarını açma riski”, her ne kadar AB tarafından “mültecilerin bir şantaj aracına dönüştürülmesi” olarak değerlendirilse de, Türkiye bu tavrında son derece haklıydı. Avrupa, mültecilerin sorumluluğunu üstlenmediği gibi Türkiye’ye insan hakları konusunda da ders vermekten hiç vazgeçmedi.
Ancak özellikle son aylarda Türkiye’de artan ekonomik problemler, işsizlik, yükselen kira ve konut fiyatları dünyanın geri kalanında olduğu gibi ülkede mültecilere karşı olumsuz bir bakış açısı oluşmasına sebep oluyor. Türklerin savaşın ilk yıllarında “misafir” gözüyle bakıp ılımlı yaklaştıkları Suriyeliler bugün çoğunlukla “artık ülkelerine geri dönmeleri gereken kişiler” olarak görülüyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 1 milyon Suriyelinin gönüllü geri dönüşü için hazırlık yapıldığına dair yaptığı son açıklaması da bu haklı talebe kulak verildiğinin bir göstergesi.
Avrupa’nın değişik ülkelerinde göçmen karşıtı aşırı sağcı parti ve siyasetçiler gün geçtikçe güç kazanırken Türkiye’nin de bu akımdan etkilenmemesi imkânsızdı. Ancak ırkçılık, ayrımcılık, kin ve nefrete teşvik hepimizin mücadele etmesi gereken suçlardır. 3. Dünya Savaşı ihtimalinin bile gündeme getirildiği, her an her şeyin değiştiği, sadece savaşların değil salgın hastalık veekolojik felaketlerin de etkilediği bir dünyada bugünün her ev sahibi yarının potansiyel birer göçmenidir. Göç meselesi de diğer bütün sorunlar gibi doğru politikalarla kontrol altına alınabilir, hatta bir “güce” dönüştürülebilir. Önemli olan “insan” kalabilmektir.