Her vatanın savunulması için yeni bir İttihad-ı İslam ihtiyacı
Gazze’nin Refah bölgesinde dünyada ne olup bittiğinden haberi olmayan çocuklar alevler içinde yanarken bu çaresizliğin artık son bulması gerektiğini en acı şekilde hissediyoruz. Yarı hayvan, yarı insan kılıklı bir vampir sürüsü insanlığı kuşatmış durumda. Ne Batılı gençlerin ne de Müslüman ülkelerin bu mafya devletini durdurmaya gücü yetmiyor. İsrail’in yanı başında Mısır’ın nüfusu 111 milyon civarında. Salt sivil itaatsizlik bağlamında Gazze’ye milyonlarca Mısırlı ellerinde ekmek ve su ile girseler işgalcilerin planları alt üst olur.
20 bin iman etmiş HAMAS ordu mensubu ve iki milyon iman kalesi, aslan yürekli Filistinli, dünyadaki değişimin fitilini ateşlerken uluslararası ilişkilerdeki “reel politik” denen zehir yüzünden 1,5 milyar Müslüman ve onların bağlı oldukları devletler tek bir adım dahi atamıyor.
Donald Trump, Kudüs’ü İsrail’in başkenti ilan ettiğinde İslam İşbirliği Teşkilatı dönem başkanı Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan idi. Birleşmiş Milletler’de Gazze’de ateşkes üzerine yapılan oylamada soykırımcı İsrail ve onun suç ortağı ABD adeta yokluğa mahkûm edilmiş, ancak birkaç uyduruk ülke onların yanında yer alabilmişti. Diğer taraftan İslam İşbirliği Teşkilatı, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın liderliğinde Filistin davasında önemli bir siyasal başarı kazanmış ve geleceğe dönük dış politika alanında bu dayanışmanın kapasitesini ortaya koymuştu.
Bilindiği üzere İslam İşbirliği Teşkilatı, İsrail’in Kudüs saldırısı ardından kurulmuştu. Müslüman ülkeler arasındaki dayanışmayı esas almakla birlikte teşkilatın temel amacı Kudüs’ü İsrail’e karşı savunmaktı. Teşkilatın yürüttüğü sınırlı faaliyetlerin yanı sıra Gazze Savaşı ile birlikte Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın içinde bulunduğu inisiyatif uluslararası arenada ciddi bir etki üretti.
İttihad-ı İslam düşüncesi iki devirde etkili oldu: İlk olarak bu, Osmanlı Devleti’nin kendini var etme çabası içerisinde ortaya attığı en kalıcı fikirlerden birisiydi. Özünde sömürge karşıtlığı ve bağımsız vatan fikrini barındırıyordu. Sonrasında rahmetli Necmettin Erbakan hocamızın fikirlerinin bütünü bu siyasal iddianın izdüşümüdür. Ayrıca İslamcılık ve milliyetçilik bugünkü Türkiye’nin bölgesel güç olma iddiasının da itici gücüdür.
Yeşil Kuşak: ABD’nin Rusya’yı İslam’la çevrelemek amacıyla kurguladığı Yeşil Kuşak hareketinde “İslam”, “hilafet”, “din”, “devlet” ve “İslam devleti” bağlamında bir tartışma zemini oluşturulmuştu. Bu hareketin kurgusu küresel istihbarat teşkilatları tarafından yapıldığı için radikal Selefilik, İran Devrimi ve FETÖ gibi kökü sorunlu yapılar da üretti.
Millî Görüş Hareketi ve geleneksel tarikatlar, Ehli Sünnet ve Cemaat itikadını koruyarak vasat ümmet olma ilkesinden sapmadan bu süreçten sağlam bir şekilde çıkabildiler. DEAŞ terör örgütü ortaya çıkınca ülkemizin önemli kademelerinde görev yapmış ilahiyat kökenli bir bürokrat, “İyi ki hayatımızdan Erbakan geçti, yoksa içimizden çok DEAŞ çıkardı” ifadesini Başbakan’ın bulunduğu bir ortamda dillendirmişti.
İngilizler ve Batı medeniyeti, kendi imparatorluklarını tahkim etmek için bütün milletlerin sefaletini planladılar. Ülkelerin bir kısmını doğrudan sömürge haline getirirken oluşturdukları müstemleke aydınlar ve yönetici seçkinler eliyle birçok ülkeyi içten sömürgeleştirdiler. Yüzyılın başında her şey kaybedilmişken büyük iddialarda bulunmak, bin kalemlik yenilmişliğin ardından bir hayli zordu.
İslam ülkelerinden bahsedilirken geçtiğimiz 50 yılda daha çok petrol zengini ülkeler gündeme geliyordu. Son yıllarda Türkiye, Pakistan, İran, Mısır, Malezya, Endonezya ve Nijerya gibi ülkeler öne çıkmaya başladı. Özellikle son on yıldır Türkiye’nin bölgesinde oynadığı liderlik rolü, yeni ideolojik motivasyonlara ihtiyaç duymaktadır.
2010 yılından sonra Türkiye’nin ortaya koyduğu proaktif dış politika ile Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın vizyoner liderliği, sadece mazlum milletlerde değil bütün coğrafyada etkisini gösterdi.
Gazze’de masum siviller alevler içinde yanarken ortaya çıkan çaresizlik, Batı eliyle söndürülüp tekrar dirilen bazı dini ve ideolojik motivasyonların yeniden canlanması ihtiyacını ortaya koydu.
Biz bir fikir ortaya attığımızda Batı sömürge imparatorluğunun zihnimize kodladığı bir kalem baraj önümüze çıkacaktır: Dini terörü ve daha bin türlü işlenmiş kod.
Osmanlı Devleti, Sünni paradigmayı devlet modeline dönüştürmüş, gaza ruhuyla Maveraünnehir’den Endülüs Emevîlerine kadar bütün havzada oluşan birikimi bir imparatorluk adaletine ve gücüne dönüştürmüştü.
Batı medeniyeti 300 yıldır dünyaya hâkim oldu. Marksizm, karşı bir ideoloji olarak 100 yıla yakın hüküm sürdü. İslam, kıyamete kadar var olacak yegâne dindir. Değer bakımından bütün dinlere, ilke bakımından sarsılmaz vahye dayanır. Hiçbir ihtiyacımız olmasa dahi dünyanın herhangi bir yerinde bir mazlumu ateşten yanmaktan koruyacak bir Hilfü’l-Fudûl dayanışmasına ihtiyacımız vardır.
Filistin bağımsızlık savaşının kahramanları şunu göstermiştir ki uğruna fedayı can edecek bir davanız varsa dünyayı değiştirebilirsiniz.