Hukuk toplumuna doğru
Batı toplumları ile Batı-dışı toplumlar arasındaki en önemli farkın ne olduğunu ele alalım. Batılı devletler, bir hukuk sistemi inşa etmiş ve kendi vatandaşlarını inşa edilen bu hukuk sistemine uyma konusunda terbiye etmişlerdir. Batı-dışı bir toplum olarak bizde hukuk sistemi inşası sorunlu bir mesele olduğu gibi vatandaşların bu sisteme uyma eğilimleri sistemin inşa sürecinden çok daha sorunludur.
Gelişmiş ülkelerin karşısında geri kalmış ülkeler, millî meselelerini geri kalmışlık psikolojisi ile ele alır ve yorumlarlardı. Bu ülkelerin içerisine düştükleri bu çaresizlik, bir yönüyle sömürgeci ülkelerin kültür emperyalizmi vasıtasıyla bizzat oluşturdukları çaresizlik psikolojisidir.
Bugün Türkiye gelişmiş bir ülkedir. Bu nedenle millî meselelerini geri kalmışlık ve yenilmişlik psikolojisi ile ele alamaz.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, yirmi yılı aşan siyasi mücadelesinde Türkiye’yi gelişmiş, kalkınmış ve rakipleri ile baş edebilir bir seviyeye getirtmek için büyük bir çaba sarf etmiştir. Nihayetinde dünya tarihinde daima büyük bir rol oynamış bu milleti tekrar eski özgüveni ile buluşturmuştur.
Bir cümle ile Türkiye, bugün dünyanın bütün ülkeleri ve süper güçleriyle göz hizasında konuşacak bir konumdadır. Bu, sosyal sermaye anlamında hiçbir maddi değerle ölçülemeyecek yekta bir değerdir. Bu haklı gururun, iki yüzyıllık Batılı sömürge azgınlığından sonra oluşabilmesi mevzuyu daha da kıymetli bir hâle getiriyor.
AK Parti, zor bir seçimi kazandı ve önünde beş yıllık bir zaman var. AK Parti, doğası gereği kalkınmacı bir partidir. (Gelişme ve kalkınma arzusunun ne denli genetik bir refleks olduğunu başka bir yazıda ele alacağız.) Türkiye, büyük oranda altyapı ve kalkınma süreçlerini tamamladığından önümüzdeki beş yılda ülkenin kalkınma birikimi daha sofistike adımlarla takviye edilmezse gelişmişliğin devamı getirilemez.
Üniversiteli yıllarımızda CHP’li arkadaşlar, kendileriyle yaptığımız tartışmalarda “genç Cumhuriyet” söylemini benimserlerdi. Bu söylem karşısında bizler burun kıvırırdık, zira biz 5 bin yıllık bir milletin mensuplarıyız. Dünyanın büyük imparatorluklarının yarıdan fazlasını kurmuş, Osmanlı Devleti ile imparatorluk kültürünü medeniyete dönüştürmüş bir milletin mensupları olarak “Genç Cumhuriyet’ vurgusu da neyin nesi?” derdik. Bugün ise bir devletin kökü ne kadar derin olursa olsun bir yüzyılda kurumsallaşamayacağını anlamış olduk.
Ülkemizde adalet teşekkülü çok zorlu yollardan geçti. Modern devlet kurulurken Batılı devletlerin hukuk sistemi parça parça alınıp bu parçalardan bir bütün oluşturularak bir hukuk sistemi kurulmuş oldu.
Her bir devletin hukuk sistemi o ülkenin değerler sisteminden, “din, tarih, kültür” geleneğinden inkişaf eder. Teklif edilen kanunların kültürle olan uyumu bunların kabulü ve uygulanması konusunda bir kolaylık sağlar. Bugün bu uyumsuzluk derin sorunlara yol açmaktadır ki adaletin teşekkülü açısından ortadaki tek sorun bu da değildir.
Son yirmi yılda hukuk alanında onlarca reform çabası içine girildi. Uzun yıllar çeşitli arızalardan dolayı yaşanan hukuki zorluklara on yıllık bir süre ile FETÖ zorbalıkları ve kumpasları eklendi. Bu terör örgütü, hukuk sisteminden tasfiye edildiğinde bu kez büyük oranda bir tecrübe sorunu yaşanmaya başladı. Elbette tecrübe eksiği giderilir; hıyânet, gasp ve hırsızlık için hukuku aracı kılmak ancak bir terör örgütünün yapacağı iştir.
Farabi’nin El-Medinetü’l-Fazıla kitabını okuyunca “Bugün böyle bir kitap yazılacak olsa birinci babı ne olurdu?” diye düşündüm. Hemen “Hukuk olmalı!” dedikten sonra “Adaletin tecellisini engelleyen şeyler nedir?” sorusunu sordum. Bulduğum yanıtlar şunlardı: Devletin zayıflığı, kanun yapıcıların yetersizliği, yargıçların insani zaafları, sistemin kanser virüsü rüşvet ve hukuk sistemi ile toplum arasındaki güven bunalımı. Peki çözüm arayışına nereden başlanmalı:
Devasa bir sorun karşısında küçük bir hatırlatma yazısı karaladım. Uzmanların söyleyeceği daha çok söz vardır.