İkinci Can Dündar vakası
Geçtiğimiz günlerde Libya’da görev yaparken şehit olan MİT mensubunun haberi yapıldı. Haberi yapan; Odatv. Haberde MİT mensubunun ve ailesinin kimliği deşifre edildi. Oysaki MİT elemanları, şehit olduğunda tören yapılmadan toprağa verilir. Böylece devletin mahremiyeti korunmuş olur. Mit mensubu, bu kuralı bilerek göreve talip olur ve ailesi de bunu bilir. Hal böyleyken sözde “gazetecilik” faaliyeti adına şehidi ve ailesini deşifre etmek; hem devlete ihanet hem de aileye zarar vermektir. Şimdilerde kötü niyetli odakların şehidin resminden yola çıkarak, arkadaşlarına ulaşılabileceği yönünde söylemler dillendiriliyor.
DEVLETİN MAHREMİYETİNİ İHLAL SUÇTUR
Yapılan kötü niyetli haber, elbette karşılıksız kalmadı, kalmamalıydı.
Burası muz cumhuriyeti değil, burası köklü bir devlet geleneği olan Türkiye.
Haberin yayınlandığı Odatv kapatıldı.
Haberin sorumlusu kişiler ise tutuklandı.
Bu ilk ifşa değil. Birileri ara ara bir şeyleri deniyor.
Hatırlayalım, Cumhuriyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni iken CAN DÜNDAR, büyük bir ihanete imza attı. FETÖ’nün illegal organizasyonunun medya ayağı olarak, yapılan ihaneti haberleştirdi. Cumhuriyet gazetesi, FETÖ’nün MİT TIR’larına yaptığı baskında devreye girdi ve olayı “İşte Erdoğan’ın Yok Dediği Silahlar” manşetiyle verdi.
Bu haberde birincisi; silahların DEAŞ’e gittiğine dair bir iddia ortaya atıldı ve dolayısıyla devlete iftira atıldı. İkincisi de; devletin mahrem uygulamaları ifşa edilmiş oldu.
Hangi gelişmiş ülkeye bakarsanız bakın, bu faaliyetler ihanet ve suç kapsamında değerlendirilir.
Bu olay sonrasında yurt dışına kaçan Can Dündar, olayı dışarda farklı anlattı ve “Türkiye’de basın özgürlüğü yok, gazeteciler mahkûm ediliyor” diyerek ağladı ve devletine iftira atmaya devam etti.
Dürüst insanlar olayın doğrusunu araştırıyor ve gereken cevabı veriyor.
Can Dündar’ın yurt dışında duvara tosladığı anlardan birini aktaralım. Dündar, BBC News kanalında yayımlanan HARDtalk programına konuk oldu. Programda sunucu Stephen Sackur, Can Dündar’ın yalanlarına şu cevabı verdi: “Bu açıkça bir devlet sırrıydı. Gizli bir operasyonu kimsenin bilmemesi gerekiyordu. Kendinizi farklı bir ülkede yaşayan bir gazetecinin yerine koyun. Dürüst olmak gerekirse, eğer bir İngiliz gazeteci İngiltere’de ordu istihbaratının ilişkilerinin derinine inmeye çalışsaydı veya aynı şekilde Amerika’da çok ciddi sorunlarla karşılaşırdı. Bizde de Devlet Sırları Kanun Maddesi mevcut sonuçta.”
Şimdi ODA TV olayında da birileri çıkıp yine “özgürlüğümüz kısıtlanıyor” diye feryat edecek, yurt dışına şikayete gidecekler.
İşte o birilerinin, gazetecilik yapmadan önce mesleğin etik ilkelerini, ülke menfaatlerini, hukukun sınırlarını, ajanlık faaliyeti yapmamayı, dışarıya çalışmamayı ve iyi niyetli olmayı öğrenmeleri gerekiyor.
Türkiye’de medya; hiç olmadığı kadar özgür, hiç olmadığı kadar çok sesli ve hiç olmadığı kadar hür.
Dün 28 Şubat’ta baskın yiyen gazetelerin, kapatılan dergilerin, hakkında dava açılan gazetecilerin listesini verebilirim. Ne için yapılmıştı tüm bunlar? Elbette fikir hürriyetini kısıtlama adına yapıldı. O dönem devletine sadık fakat hak mücadelesinde bulunan medya susturulmuştu.
Günümüzde ise hiçbir kanal, gazete veya internet sitesi ifade özgürlüğü açısından müdahaleye maruz kalmamıştır.
Yargı konusu olan kurumlar;
1-Terör propagandası yapmak,
2-Darbe seviciliği yapmak, darbeyi olumlamak,
3-Devletin sırlarını ifşa etmekten gündeme düşmüşlerdir.
Bu da böyle biline!