İlker Başbuğ, mesaj vermek ve ‘kurmaylara’ sorularım
GENELKURMAY Başkanı’nın sözleri gazete ve internet sitelerinde: “Mesaj vermek gerekirse veririz!”
Anlam yerinde ama benim hâlâ istanbul’daki “son konuşmasından” sonra notlanma aldığım, o dönemde yazılarımda kullandığım ve hâlâ aklıma takılan bazı sorular var.
Bunları sormak ve “mesaj verirlerse, bunları da açıklığa kavuşturmaları isteğimi” bir basın mensubu olarak not düşmek istiyorum…
İşte İstanbul konuşmasında aldığım notlar…
1- Huntington’un yaratmaya çalıştığı “dünya düzeni”, “yeni bir diyalektik” yapıdır. Bu “diyalektik”, ABD’de “askeri-endüstriyel” kompleks tarafından kullanılan ve “Obama’nın karşısında-rağmen” seçim kazandığı “ana tezdir”! Türkiye kendi askerine “çuval geçiren” askeri-endüstriyel yapının “fikir babasını” referans olarak alabilir mi? Huntington, TSK ve Türk Devleti açısından “itibarlı bir adam mıdır”?
2- Daha açık yazayım: “Medeniyetler çatışması” tezinin sahibi olan ve “anafikir” olarak “Hıristiyanlar ile Müslümanların” savaşını ortaya atarak, 1997 sonrası ortaya çıkan “fiili işgale” gerekçe yaratan bu kişi, Türk Devleti’nin Genelkurmay Başkanı’nın “devletle ilgili” verdiği detaylarda “referans” olabilir mi?
3- TSK, Avrupa Birliği projesine nasıl bakmaktadır? Cumhuriyet tezini, “Türkiye topraklarında yaşayanlardan bir millet kurma” dinamiği üstüne kuran yapı, AB’nin “Etnik azınlığı tanıyacaksınız” isteklerini “tehdit” olarak kabul eder mi? AB tezine, Mehmet Ali Birand “gibi bakan bir TSK” profili, ortalama Türk vatandaşını “rahatsız etmez mi”?
4- “Türkiyeli, dolayısıyla Türk olmak” üst kimliği, “Avrupa Birliği içinde erimek ve ayrışmak” ile çelişir mi? TSK bu “detaylara” nasıl bakar ve algılar?
5- TSK, uluslararası finans kapital
dinamiklerinin “Türkiye için” yazmaya çalıştıkları senaryolara nasıl bakar? “Karşılıksız” bir NABUCO projesi ve bu yolda Ermenistan ile “karşılıksız tavize” dayanan bir ilişki kurulmaya zorlanmamız, TSK açısından ne ifade eder? Avrupa’nın “enerji arz güvenliği” için Ermenistan ile “ilişkiye” zorlanan bir Türkiye gerçeği, TSK’yı rahatsız eder mi?
6- KKTC’nin “Avrupa yönetiminde bir Kıbrıs Rum Kesimi” içinde eritilmesi, TSK için “ne anlama” gelir? Halen uygulanan politika doğru mudur?
7- TSK, “küresel askeri endüstriyel” yapının “uluslararası finans kapital” dinamikler ile içinde bulunduğumuz bölgeyi “yeniden düzenlemesini” nasıl algılar ve “ne gibi tedbirler” almayı düşünür?
8- Türkiye’nin “ekonomik güvenliğinin” olmaması, acaba TSK’yı rahatsız eder mi? Finansal güçlerin bu ülkede 2001-2002 döneminde “yaptıkları” darbeyi acaba TSK net olarak algılamış ve analiz etmiş midir?
9- İran mı yoksa Türkiye topraklarında “AB desteğiyle” yayılma arzusu olan “başka devletler mi” daha büyük tehlikedir? TSK, terörü “yaratan-destekleyen” güçleri ve bağlı bulundukları ekolleri “tam olarak” tespit etmiş midir? İrtica “kimler tarafından” yaratılan, gerektiğinde “kullanılan” bir oyundur?
Daha sayfalarca notum var ama “özü” bu 9 maddede aktarmaya çalıştım…
Evet Sayın Başbuğ, bekliyoruz!
Askerlerimiz ‘yerleşiklerden’ değiller!
BAZI okuyucularımız, son dönemde bir köşe “babasının” kaleminden dökülen, “Bu ülkede askerler seçkin bir sınıf oluşturdu; seçkinler asker oluyor, seçkincilik ordumuzu da etkiliyor” cümlesini bana mesaj yoluyla gönderip altına da şu notu düşmüşler: “Yiğit Bey, sizin her zaman yerleşikler diye tarif ettiğiniz, askerler olabilir mi?”
Hemen söyleyeyim; asla olamaz! Bu son derece “insafsız” ve “yanlı” bir tespit. Hatta bana göre “özü saptırmak” için bilerek ortaya atılmış “bir iddia”.
Neden mi ?
Hemen arz edeyim…
Türkiye’de bazı siyasi partiler, örgütler, kimi sermayedarlar, gerçekten “aileden avantajlı” doğanlar, hatta şu anda sayamayacağım birçok kesim için “seçkin-seçkinci” denebilir, ama Türkiye’de asker sınıfı için asla bu “tanımlama” kullanılamaz.
Ordumuz, “Osmanlı’dan 1980 darbesine kadar” yerli-dış “yerleşik güçlerin” etkisinde kalmış, provokasyonlar sonucu “olaylara
dahil” olmuş olabilir, ama “Türk askeri” asla “seçkinci-yerleşik” bir düzenin parçası-özü değildir.
Nedenlerine gelince…
Sizler de düşünün, birlikte şu soruya cevap arayalım: Harp okullarına hangi aileler çocuklarını gönderir? Tam olarak bu “toplumun” merkezinden; “köyden, şehirden, kasabadan”, bu ülkenin “gerçek motifinden” insanlar… Çocuğunu “devlete” teslim eder, devlet “okutur”, meslek sahibi yapar ve bir yere atar! Sistem öyle kurulmuştur ki; köyden çıkıp Harp Okulu’nu kazanmış bir “gencin”, hatta “köyünden askeri liseye” giden bir çocuğun “bu ülkede Genelkurmay Başkanı” olma şansı vardır.
Uzun lafın kısası: TSK kurum olarak hata yapabilir, TSK mensupları “yanlış davranabilirler”, Türk halkı adına “sivil otorite” gerekli adımları atar, sorunlar çözülür! Ama bu adımlar asla ama asla kimseye “içinden çıkardığı” orduyu “karalama” hakkı vermez. Gerçeği bulandırmak “isteyenlere” karşı dikkatli olmamız gerekli.