İslam Dünyasını Bekleyen Sinsi Tehlike

Okuduğunuz Yazı
İslam Dünyasını Bekleyen Sinsi Tehlike

İçerik
“İslam dini bütün dünyada krizde”.Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un bu sözleri dünyada çok konuşuldu ve tartışıldı. Kullandığı yanlış ifadelerin İslam dünyasında yaratabileceği öfkeyi pek de hesaba katmamış gibi gözüken Macron, Fransız ürünleri Katar, Ürdün, Pakistan ve Türkiye gibi çeşitli ülkelerde boykot edilmeye başlayınca adeta çark etti.  El Cezire’ye verdiği röportajda Fransa’nın hiçbir din ile sorun yaşamadığını, bütün dinlerin ülkesinde özgürce, birlik ve barış içinde hareket ettiğini ve fişleme olmadığını iddia etti.

Oysa Fransa’da sayıları yaklaşık 8 milyonu bulduğu tahmin edilen Müslümanlar uzun bir süredir diken üzerinde yaşıyorlar. Özellikle 2015 yılında yüzlerce insanın hayatına mal olmuş Charlie Hebdo ve Paris saldırılarından sonra ülkedeki Müslümanlara farklı bir gözle bakılmaya başlandı. Bir barış dini olan İslam’ın kasıtlı olarak terörle bağdaştırılmasını amaçlayan medyalarda “İslami terörizm” kavramı giderek sıradanlaştı. Müslümanlar, gün geçtikçe, “Müslüman”, “İslamcı”, “radikal Müslüman”, “cihatçı” gibi değişik kategorilere ayrılarak toplum arasında kasıtlı bir kaos ortamı ve kavram çatışması yaratıldı.

Samuel Paty adlı bir öğretmenin, ifade özgürlüğü konusunu tartıştıkları dersinde Hz. Muhammed’i aşağılayan karikatürleri göstermesinin ardından Çeçen kökenli bir genç tarafından vahşice katledilmesi ise çoğu kişi tarafından “bardağı taşıran son damla” olarak nitelendirildi. Ülke, daha bu olayın şokunu bile atlatamamışken bir de Nice kentindeki Notre Dame Kilisesi’nde Tunus kökenli bir saldırgan 3 kişiyi öldürünce bütün dengeler değişti. Dehşete düşmüş halkına seslenen Macron, “Korku, taraf değiştirecek: Fransa’nın değerlerini idrak edenler, Cumhuriyet’in koruması altında olacak, etmeyenler ise artık korku içinde yaşamak durumunda kalacaklar!” dedi.

Ve gerçekten korku taraf değiştirdi…Ancak fatura günahsızlara kesildi. Korkması gerekenler, istihbarat tarafından zaten takip edilen, suç olaylarına karışmış veya şiddete meyilli kişilerken, olayların sorumluluğu bütün Müslümanlara yüklendi. Müslümanlardan işlemedikleri suçlar için “özür dilemeleri” istendi. Baskı öyle bir boyuta ulaştı ki Samuel Paty için okullarda düzenlenen saygı törenlerinde veya derslerde yeterli saygıyı göstermediği düşünülen ufacık çocuklar ve gençler bile polis tarafından saatlerce sorgulandı. Ailelerine namaz kılıp kılmadıkları, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı destekleyip desteklemedikleri gibi rahatsız edici sorular soruldu. Müslüman sivil toplum kuruluşları kapatıldı, camilerin finansmanı ve işleyişine ilişkin kontroller arttırıldı. Ve bütün bu sancılı sürecin sonunda hükümetin terör saldırılarına, toplumdaki ayrışmalara sihirli bir çözüm gibi tanıttığı “İslamcı ayrılıkçı fikirlerle mücadele” yasa tasarısı 9 Aralık’ta Bakanlar Kurulu tarafından kabul edildi.

Fransa’da yaşayan Müslümanları “dış etkiler”den koruma planı

Emmanuel Macron’un toplulukçulukla / cemaatçilikle (communautarisme) ve “İslamcı ayrılıkçılık”la mücadele fikrini ilk açıkladığı yer, Türklerin de yoğun olarak yaşadığı Mulhouse kentiydi. Bu ilk konuşmadan yaklaşık 2 sene sonra, genç Cumhurbaşkanı’nın fikirleri, Bakanlar Kurulu’na sunulan 51 maddelik bir yasa tasarısı ile şekil kazandı.

Her ne kadar bu yasa tasarısı Müslümanları hedef tahtasına oturtmuş gibi gözükse de, Emmanuel Macron da, Fransa Başbakanı Jean Castex de ülkelerinin İslam ile bir probleminin olmadığını, sorunun “radikal İslam” olduğunu ifade ettiler. Macron, konuşmalarında, “Siyasal İslam’a ülkemizde yer yok” diye defalarca tekrar etti. Peki neydi tam olarak hedeflenen ?

Macron, uzun bir süredir, iç siyasetinin de dış siyasetinin de merkezine Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ı oturtmuş durumda. Son yıllarda basında sürekli Erdoğan’ın kontrol ettiği bir Türk diyasporasına ve İslam dünyasının liderliğini üstlenerek etkilemeye çalıştığı Fransa’nın Müslüman toplumuna dair haberler okuyoruz. Fransa Cumhurbaşkanı’nın en büyük korkusu özellikle dernekler, okullar ve doğrudan Türkiye tarafından atanmış öğretmen ve imamlar aracılığıyla Erdoğan’ın Fransa’da yaşayan Türk ve Müslümanları Fransa’ya karşı kullanması ve ayaklandırması. Nasıl ki zamanında Batılı sömürgeci İmparatorluklar bir çağrısıyla Hindistan’daki Müslümanları bile harekete geçirebilecek bir Halife fikrinden korkuyorlardı, bugün de Fransa, İslam dünyasında etki yarabilecek ve Müslümanları “uyandırabilecek” bir liderin varlığından korkuyor. Aslında Charlie Hebdo karikatürlerinin kamu binalarına yansıtılması ve Macron’un İslam hakkındaki tartışmalı ifadelerinden sonra Erdoğan’ın da çağrısıyla dünyada hız kazanan Fransız ürünlerini boykot kampanyası da bir nevi bu korkunun bir karşılığının olduğunu gösteriyor.

Bu sebeple, yasa tasarısının ilk hedefi, camiler, dernekler, öğretmenler ve imamlar üzerindeki “dış etki”yi tamamen ortadan kaldırmak ve Fransa’daki Müslümanların tüm hareket ve düşüncelerini “Cumhuriyet değerleri ile uyumlu” hale getirerek kontrol altına almak.

“Hümanist ve Cumhuriyetçi Fransa İslamı” fikri

Şu anda dünyanın sadece Fransa’nın bir “iç meselesi” olarak yorumladığı bu durumun aslında İslam dünyasının genelinde birçok olumsuz sonuç doğurması mümkün. Tarih boyunca milliyetçilik gibi birçok akımın fikir babası olmuş Fransa, 1789 Fransız İhtilali gibi dünya genelini etkilemiş birçok devrimsel hareket ve düşüncenin de temellerinin atıldığı ülkedir.

Bugün de Emmanuel Macron gibi hiçbir dini eğitimi olmayan, genç ve deneyimsiz bir Devlet Başkanı’nın 1500 yıllık bir dini “reforme” etme isteği, aslında hiç de iyi niyetli değildir ve belli bir plana hizmet ettiği aşikardır. Her ne kadar “biz İslam’ı değil, sadece Fransa İslamı’nı reforme etmek istiyoruz” tarzında gülünç bir savunmaları da olsa, bu bize Fransız hükümetinin İslam dinini temelden zedelemek istediğinin, “Avrupa İslamı”, “Amerika İslamı”, “Orta Doğu İslamı” gibi yeni bölünmelerle dinin uygulanış şeklinin ve İslam dünyasının binbir parçaya bölünmeye çalışıldığının kanıtıdır.

İslam dinini, insanı evrenin merkezine oturtan hümanizm ile uyumlu hale getirme isteğinin İslam ile çelişen birçok sonuç doğuracağı aşikardır. Örneğin, bu düşünce doğrultusunda, ifade özgürlüğü gerekçe gösterilerek Hz. Muhammed’in eleştirilmesine hatta aşağılanmasına imkan verilecek, İslam’ın temelini oluşturan Kuran-ı Kerim’in ayetleri sorgulanabilir hale getirilecek, kadın-erkek eşitliği bahane edilerek baş örtüsü giderek bir baskı aracı olarak tanıtılacak, camiilerde kadın imamların varlığı zamanla mecbur kılınacaktır.

Fransa, “ılımlı İslam” kisvesi altında yaratmaya çalıştığı bu yozlaşmış ve temellerinden uzak İslam dini anlayışını toprakları üzerinde uygulamaya başladıktan sonra, burada yeşermiş fikirler kısa bir süre sonra bütün Avrupa’ya ve nüfusunun çoğunluğu Müslümanlardan oluşmayan ülkelere yayılacaktır. Hatta öyle ki sırf çıkarları için Batı ile iyi geçinmeye çalışan Müslüman ülkeler bile kısa bir zaman sonra kendi ülkelerinde İslam dininin uygulanmasında “Fransız modeli”ni temel alacaklardır.

Yaşadığımız çağ ve koşulları ile uyumlu, aydınlık ve Cumhuriyetçi bir İslam yaratma fikri aslında sadece Fransa ve diğer Batı ülkelerinin hızla dünyada yayılan İslam dininin önünü kesmek ve ümmet arasında aşılamayacak ayrılıklar yaratmak için oynadığı son hamledir. Fransa’da yaşayan Müslümanlar üzerindeki baskı, kontrol ve fişlemeler gün geçtikçe arttırılarak ülkedeki Müslümanların hayata geçirilmek istenen bu projeye direnç güçleri de kırılmaktadır. Şu anda ülkede “genel güvenlik” yasa tasarısına karşı düzenlenen “özgürlük yürüyüşü” adlı eylemlere rağmen, Müslümanları hedef alan bu yasa tasarısına karşı tepkilerin ifade edildiği protesto gösterileri düzenlenmemektedir. Bir yandan, Fransa’da yaşayan Müslümanların haksızlıklara ve ayrımcılığa ses çıkarmaları artık neredeyse imkansız hale getirilmekte, diğer yandan da İslam dünyasındaki ayrılıklardan yararlanılarak İslam dinini yozlaştırma planı sinsice hayata geçirilmektedir.

Aslında bugün Fransa, kökenleri din değil de ırkçılık, dışlanmışlık, psikolojik ve ekonomik etkenler gibi birçok başka sebebe dayanan terör olaylarını bahane ederek İslam’ı kendi emellerine göre şekillendirirken, Filistin meselesinde bile tek bir ağızdan konuşamayan, bir türlü bir araya gelemeyen İslam dünyasının zaafiyetlerinden yararlanmıştır. Bugün, Fransız ürünlerinin Müslüman ülkelerdeki boykotlarının bile ekonomileri üzerinde hiçbir etki oluşturmadığı ile övünen Fransa’nın, yarın da dünyaya kendini “hümanist İslam”ın kurucusu olarak tanıtması muhtemeldir.

Fransa’da, sonuçları bütün İslam dünyasını yakinen ilgilendirecek olan bu gelişmeler yaşanırken dünyadaki Müslümanların sessizliği ve tepkisizliği ise düşündürücüdür. Darbeci Sisi’nin Macron’dan Fransa’nın en önemli onur nişanını teslim aldığı şu günlerde, Mısır, Ürdün, Birleşik Arap Emirlikleri, Bahreyn, Sudan ve Fas gibi Müslüman ülkeler de İsrail ile normalleşme anlaşmaları imzalamak için adeta kuyruğa geçmiştir.

İşte tam da bu nedenle, İslam dünyasını bekleyen en sinsi tehlike, Fransa gibi dış güçlerin doğrudan İslam dininin temellerine yaptıkları müdahaleler değil, İslam dünyası arasında tarih boyunca bitip tükenmeyen ihtilaf ve ihanetlerdir.

Yazı Hakkında ki Düşünceniz?
Çok Beğendim
0%
Beğendim
0%
Orta Karar
0%
Sevmedim
0%
Hiç İyi Değil
0%