İslâmcılık, milliyetçilik ve tam bağımsızlık
Geçtiğimiz yıllar içerisinde bir konferans konusu çalışmıştım: “Üç Tarz-ı Siyaset’in yüz yıllık evrimi”
Birçok üniversitede bu konferans serisini öğrencilerle paylaştım. Çok keyifli tartışmalar da oldu.
Osmanlı İmparatorluğunun var olma mücadelesi verdiği yıllarda öne sürdüğü siyasi yaklaşımlardan Osmanlıcılık, İslamcılık, milliyetçilik ve garpçılık konularını ele aldım ve yüzyıl içerisindeki değişimini irdeledim. Osmanlıcılık kısa ömürlü bir siyasi arayış olduğu için bu siyasal yaklaşımdan kısa değinme ile diğer üç ana başlığa odaklanmıştım.
Konferansın final cümlesi geçen yüzyıllık zaman zarfında “Milliyetçiler daha çok muhafazakarlaşarak, İslamcılar da daha çok yerlileşerek yeni Türkiye’nin tam bağımsızlığı konusunda yakın bir çizgiye geldiler”
Bu yakınlaşma tarih, din, kültür ve millet kavramları konusunda bir ortak ülkü ve ideal etrafında birleşmeyi de beraberinde getirdi.
İslamcılık konusunu çoğu zaman entelektüeller dahi yanlış anlamaktalar ve konuyu din iman meselesi olarak yorumlamaktalar. Oysa İslamcılık bir devletin var olma çabası içerisinde geliştirmiş olduğu kurtuluş ideolojilerinden birisidir.
İslamcılık konusunda milletin kafasını karıştıran şey ABD’nin, Rusya’nın yayılmasına karşılık ortaya atmış olduğu “yeşil kuşak” hareketidir. Geleneksel İslamcılar Osmanlı’dan kalma çizgiyi takip ederken bazı nevzuhur gruplar İslamcılığı yeşil kuşak harekatının izdüşümü olarak anlamlandırmışlardır. Bu bağlamda “yeşil kuşak İslamcılığı” geleneğin dışındadır hatta zımmen pozitivisttir ve Batıcıdır.
Suriye iç savaşından sonra Türkiye geleneksel müttefiklerinin ve NATO’nun niyetini çözdükten sonra siyasette oldukça köklü bir değişiklik oldu. Liberaller, FETÖ’cüler ve özellikle HDP radikal bir şekilde AK Parti’ye karşı tutum takınırken ülkenin en köklü milliyetçi partisi MHP ise ülkenin tam bağımsızlığı için AK Parti ile kader birliği yaptı.
İki parti arasındaki bu yakınlaşama siyasi misyon birliği çok da iç siyasi meselelerle açıklanacak bir konu değil.
AK parti ile MHP Cumhur İttifakı’nı kurduğunda bu siyasi içeriğin neye karşılık geldiğini yazmaya çalıştım. Çünkü bu misyon ortaklığını anlamakta zorlanan ve kahvehane muhabbetleri tadında geyikler yapan siyasiler çoktu.
AK Parti küresel sistemle karşı karşıya geldiğinde bir yola girdi bu yol uzun vadede tam bağımsızlık yoluydu. Önce sert gücünü sahaya sürdü ardından diplomasi adımları atıldı. Libya ve Karabağ başarılanından sonra diplomatik başarılar elde edildi. Bütün dünya milletleri Türkiye’nin uygulamış olduğu kimlikli ve geleceğe dönük vizyonu hissetti. Buna göre tutum alan ülkelerin sayısı artmaya başladı.
Tam bağımsızlık siyasetinin tek bir sorunlu alanı vardı ekonomi.
Yeni hükümet oluştuğunda ekopolitik acaba jeopolitik dengeleri nasıl etkileyecek diye meraklandım. Bugün Türkiye iki denge arasındaki tutumunu yeni bir değerlendirmeye tabi tutuyor. Batı paktına bir adım daha yaklaştığınıza Kürt meselesi kendiliğinden masaya geliyor.
Dün gerçekleşen Sayın Cumhurbaşkanımızla Sayın Devlet Bahçeli arasındaki görüşmeye biraz da bu perspektiften bakabiliriz.
Kaderin cilvesine bakın ki geleneksel İslamcılarla milliyetçiler Türkiye’nin yüzüncü yılında Türkiye Yüzyılı vizyonunda birleştiler. Küresel iklimden beslenen birçok alt grup bu durumdan sancılanabilir.